Peygamber
efendimiz, doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybetmişti. Hem
yetim, hem de öksüz olarak büyüdü. Fakat birçok kadın, bir anne şefkatiyle o
yüce Peygamberi bağrına bastı. Ona annesizlik acısını hissettirmemek için
ellerinden gelen gayreti gösterdiler.
Ailenin
yardımcısıydı
İşte
bu kadınlardan birisi de Ümm-i Eymen’di. Peygamberimizin ehl-i beytten saydığı
ve "Annemden sonra annem" diyerek
iltifat ettiği bu büyük İslâm kadınının asıl ismi, Bereke binti Salebe idi. Uzun
yıllardan beri Abdülmuttaliboğullarının hizmetlerini görüyordu. Peygamber
efendimizin babası Abdullah’ın vefatından sonra da, aynı evde kaldı. Artık, hem
Peygamberimizin annesi Amine’nin, hem de Peygamberimizin
yardımcısıydı.
Resulullah
efendimiz altı yaşına geldiğinde, Hz. Amine, yanına Ümm-i Eymen’i de alarak
Medine’ye gitti. Niyeti hem oradaki akrabalarını, hem de kocası Abdullah’ın
kabrini ziyaret etmekti. Bir ay Medine’de kaldılar.
Ümm-i
Eymen Medine’deki bir hatırasını şöyle anlatır:
“Birgün
yahudî âlimlerinden ikisi yanıma gelerek dediler ki:
-
Bize Ahmed’i göster!
Ben
de Resulullah efendimizi dışarı çıkardım. İyice incelediler ve dediler ki:
-
Bu çocuk, ahir zaman peygamberi olacaktır. Burası da onun hicret edeceği yerdir.
Bu memlekette büyük savaşlar olacaktır.”
Ümm-i
Eymen onların bu konuşmalarından sonra çok korkmuştu. Sevgili Peygamberimize bir
zarar vermelerinden endişe duyuyordu.
Herhangi
bir tehlikeye karşı onu korumak için, Peygamberimizin yanından ayrılmamaya
gayret gösteriyordu.
Nihayet
Mekke’ye hareket günü gelmişti. Ümm-i Eymen buna çok sevindi. Artık yahudîlerin
Resulullaha bir zarar veremeyeceklerini düşünüp rahatladı.
Bu
üç kişilik kafile Medine’den ayrıldılar. Mekke’ye doğru yola koyuldular. Neşeli
bir şekilde yollarına devam ediyorlardı. Fakat biraz sonra beklemedikleri birşey
oldu. Ebva denilen yerde, Hz. Amine birdenbire rahatsızlandı. Hz. Amine bu
hastalıktan kurtulamayıp vefat edeceğini anlamıştı.
Cenab-ı
Hak seni koruyacaktır!
Başucunda
duran Peygamberimizin yüzüne baktı. Bir rüyasını hatırlayarak şöyle dedi:
-
Şayet rüyada gördüklerim doğruysa, sen celal ve bol ikram sahibi olan Allah
tarafından, Âdemoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere, Peygamberliğin
bildirilecektir. Sen, teslimiyeti, ceddin İbrahim’in dinini yerleştireceksin.
Cenab-ı Hak seni devam edegelen putlardan, putperestlikten
koruyacaktır.
Bundan
sonra şu şiiri söyledi:
Her yaşayan
ölür, eskir her yeni,
Her yaşlanan elbet, oluyor fani.
Ben de
öleceğim, birgün elbette,
Lâkin kalacaktır, adım dillerde.
Çünkü
senin gibi, hayırlı evlat,
Bıraktım geriye, ne büyük nimet.
Hz.
Amine, Ebva denilen yerde hastalığının artması üzerine, ciğerparesini Ümm-i
Eymen’e emanet etti. Ona iyi bakması ricasında bulundu. Çok geçmeden de ruhunu
teslim etti. O sırada otuz yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz böylece, altı
yaşında iken öksüz kalıyordu.
Cenab-ı
Hak sevgili Resulüne, küçük yaşından beri her türlü acıyı tattırıyor ve onu
kemâle erdiriyordu ki, ümmetine tam örnek olabilsin. Ona iman edenler,
Peygamberlerinin çektiği sıkıntıyı hatırlayarak teselli bulsunlar,
karşılaştıkları musibetlere sabretsinler.
Can
da Onun, mal da...
Ümm-i
Eymen’in sırtına, artık ağır bir yük yüklenmişti. Ağlamak, hıçkırmak istiyor,
fakat Peygamberimizin üzüleceğini düşünerek vazgeçiyordu. Kendini toparladı.
Bundan sonra ona, annesinin yokluğunu hissettirmeyecekti. Bunun için de elinden
gelen fedakârlığı göstermeye çalışacaktı. Öz evladıymış gibi mübarek yavruyu
bağrına bastı. Sonra da onu şöyle teselli etti:
-
Üzülme, ağlama! İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da Onun, mal da.
Hepsi bize emanet. O, emaneti nasıl vermişse, öyle alır.
Sevgili
Peygamberimizin gözü yaşlıydı. Artık hem yetim, hem de öksüz kalmıştı. Babasının
yüzünü hiç görmemişti. Bundan sonra annesinin de yüzünü göremeyecekti.
Gözyaşları arasında dedi ki:
-
Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü
unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum.
Fakat
kendisini toparlamakta gecikmedi. Annesine karşı son vazifesini yerine getirmek
istiyordu. Yaşından beklenmeyen bir olgunluk içerisinde dadısına şöyle dedi:
-
Haydi! O, emaneti sahibine teslim etti. Biz de onun nâşını toprağa teslim edelim
de, rahat etsin.
Biraz
sonra annelerin en şereflisini, en bahtiyarını birlikte defnettiler. Artık
Resulullahı Mekke’ye götürme vazifesi Ümm-i Eymen’e kalmıştı. Peygamberimizi
deveye bindirdi. Birlikte yola çıktılar. Beş günlük meşakkatli bir yolculuktan
sonra Mekke’ye ulaştılar.
Dadısını
unutmamıştı
Ümm-i
Eymen gözyaşları arasında Peygamberimizi, dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti.
Fakat gerek dedesinin yanında bulunduğu sıralarda, gerekse onun vefatından sonra
amcası Ebu Talib’in himayesinde iken, Peygamberimizin hizmetinde bulunmaktan
geri durmadı. Bunu kendisi için büyük bir şeref saydı.
Aradan
yıllar geçti. Peygamberimiz, kendisini bir anne şefkatiyle bağrına basan, ancak
bir annenin yapabileceği kadar fedakârlık gösteren sevgili dadısını unutmamıştı.
Ona her türlü maddî yardımda bulunuyor, bir evladın annesine duyabileceği saygı
kadar hürmet gösteriyordu. Bu arada sevgili dadısının bir yuva kurmasını temin
etti. Onu Ubeyd bin Zeyd ile evlendirdi. Bu evlilikten Eymen adlı bir oğlu oldu.
Ve Ümm-i Eymen diye tanındı.
Peygamber
efendimiz Mekkelileri İslâmiyete davete başlayınca, çocukluğundan beri, Onun
mühim bir şahsiyet olacağını tahmin eden Ümm-i Eymen, hemen iman etti. Çünkü
gerek doğumunda, gerekse doğumundan sonra birçok harika hâllerine şahit olmuştu.
Bunun için tereddütsüz iman ederek Resulullahı sevindirdi.
O
devirde müslüman olmak, akıl almaz işkenceleri peşinen kabul etmek demekti.
Ümm-i Eymen de bu acı işkencelerden hissesini aldı. Fakat imanından zerre kadar
taviz vermedi. Çünkü bu yolda ölmeyi büyük bir şeref sayıyordu.
Tevekkül
sahibiydi
İşkenceler
tahammül edilemeyecek bir duruma geldiğinde, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye
hicret etti. Böylece iki hicret sevabı birden aldı. Ümm-i Eymen Mekke’de olduğu
gibi Medine’de de Resulullahı bir an olsun yalnız bırakmadı. Hizmetinden geri
durmadı.
Ümm-i
Eymen tevekkül sahibi bir hanımdı. En zor durumlarda bile cenab-ı Haktan ümidini
kesmez, Ondan yardım beklerdi. Bu teslim ve tevekkülünün mükâfatını hemen
görürdü.
Hicret
ederken, Revha yakınlarında gecelemişti. Çok susamıştı. Yanında bir damla dahî
su yoktu. Hiç telaşlanmadı. Çünkü kullarına karşı son derece merhametli olan
Rabbinin, gördüğüne ve yardım edeceğine inancı sonsuzdu. Susuz ve bîtap
düşmeyeceğinden emindi. Nitekim cenab-ı Hakkın yardımı gelmekte
gecikmedi.
Gökten
beyaz bir urgana bağlanarak sarkıtılmış bir kova gördü. Cenab-ı Hakka hamd ve
şükür ederek kalktı, kovanın yanına gitti. İçi tamamiyle, berrak ve buz gibi su
ile doluydu. Kana kana içti. Tamamen susuzluğu geçti ve rahatladı.
Bu
vakayı nakleden Ümm-i Eymen şöyle der: “Artık bundan sonra bir daha hiç
susamadım.”
Ümm-i
Eymen çok cesur idi. Bazı savaşlara katılmıştı. Hatta birkaç kadınla birlikte
Uhud’da yaralıları tedavi etti. Mücahidlere su dağıttı.
Niçin
ağlıyorsun?
Ümm-i
Eymen, Peygamberimizi çok severdi. Hayatını Peygamberimize feda edebilecek bir
imana sahipti. Resulullahı devamlı sevinçli görmek ister, onun üzülmesine hiç
tahammül edemezdi. Resulullahla birlikte sevinir, onunla birlikte
üzülürdü.
Birgün
Peygamberimiz hasta bir çocuğu kucağına almıştı. Çocuk hastalığın tesiriyle
inliyordu. Peygamberimiz şefkatinden ağladı. Resulullahın ağladığını gören Ümm-i
Eymen de ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz niçin ağladıklarını sordular.
Ümm-i Eymen de, Ona olan sevgisini şöyle ifade etti:
-
Resulullah efendimiz ağlarken, ben nasıl olur da ağlamam?
Ümm-i
Eymen, oğlu Eymen’in Huneyn gazvesinde şehit olması üzerine çok sabır gösterdi.
Şehit annesi olmaktan büyük bir memnuniyet duydu. Bunun gibi her türlü
sıkıntılara büyük bir tevekkülle sabretti.
Ümm-i
Eymen, kocası Ubeyd bin Zeyd ile mesut bir hayat yaşıyordu. Kocası Ubeyd’in
vefatından sonra, Peygamber efendimiz, kendisine annelik yapan, imanı uğrunda
her türlü yokluk, çile ve ızdıraplara göğüs geren, hatta bunun için işkencelere
maruz kalan fedakâr dadısını tek başına bırakmadı. Birgün eshabına hitaben
buyurdu ki:
-
Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümm-i Eymen’le
evlensin.
Böylece
onun Cennetlik bir kadın olduğuna işaret ediyordu.
Zeyd
ile evlendi
Ümm-i
Eymen Resulullahın kendisi hakkında bu sözünü duyunca, sevinçten ne yapacağını
şaşırdı. Öyle ya! Bir müslüman için, bundan daha büyük bir saadet düşünülebilir
miydi?
Resulullahın
davetine ilk icabet eden, evlatlığı Zeyd bin Hârise oldu. Hz. Zeyd, genç bir
sahabîydi. Ümm-i Eymen gibi yaşlı bir kadın ile evlenmeye, sırf Allahın Resulünü
memnun edebilmek için talip olmuştu. Peygamberimizin rızasını dünyevî lezzete
tercih etti. Bundan sonra Resulullah efendimiz bu büyük sahabîsi ile dadısını
nikâhladı.
Babası
gibi büyük bir sahabî olan, İslâm kumandanlarından Üsâme bin Zeyd, bu evlilikten
dünyaya geldi.
Ümm-i
Eymen’in, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bazan latifede bulunarak
onun gönlünü alırdı. Fakat Peygamber efendimiz latife yaparken bile doğru
söyler, hakikati ifade buyururdu. Muhatabını incitmeden sevindirir,
neşelendirirdi.
Ümm-i
Eymen bir defasında Resulullahın huzuruna girerek, “Bana bir binek temin ediniz”
diye ricada bulundu. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
-
Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim.
Ümm-i
Eymen Resulullahın nüktesini anlamadı. Bu sebeple dedi ki:
-
Ey Allahın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu
istemiyorum ki...
Peygamberimiz
sözünü tekrarlayarak buyurdu ki:
-
Seni, ancak dişi bir devenin yavrusuna bindireceğim.
Böylece
yüce Peygamberimiz şaka yaparken dahî hakikati beyan ediyordu. Her deve, dişi
bir deveden doğması sebebiyle dişi devenin yavrusu değil miydi?
Vahyin
kesilmesine ağlıyorum
Ümm-i
Eymen Peygamberimizin vefatında, yanında bulundu. Gözyaşlarını tutamıyordu.
Kendisine dediler ki:
-
Niçin bu kadar ağlıyorsun?
-
Ben Resulullahtan ayrılacağımızı biliyordum. Bunun için ağlamıyorum. Ben vahyin
kesilmesine ağlıyorum.
Bu
büyük İslâm kadınına Peygamberimizden sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de layık
olduğu hürmeti gösterdiler. Çünkü, Resulullahın değer verdiği kimseler,
sahabîlerin yanında da kıymetliydi. Bu sebeple zaman zaman ziyaretine giderler,
varsa ihtiyaçlarını görürlerdi. O da duâ ederdi.
Yaşı
bir hayli ilerleyen Ümm-i Eymen Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında vefat
etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder