Peygamber efendimize, Peygamberliğinin bildirildiğinin 13. senesinde, Kureyş müşrikleri, Peygamber efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kesin karar almışlardı. Bu hususta ısrarlı idiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Habîbine hicret etmesi için izin verdi.
Beraber
hicret edecekler
Resûlullah
efendimiz Hz. Ebû Bekir’e, beraber hicret edeceklerini bildirince, Hz. Ebû
Bekir’in gözlerinden sevinç yaşları aktı. Çünkü Kâinatin efendisiyle böyle bir
yolculuk yapmak, herkese nasip olmazdı. Hz. Âişe vâlidemiz buyurmuştur ki:
-
O güne kadar, bir kimsenin, sevincinden dolayı bu derece ağladığına şâhit
olmamıştım.
Resûlullah
efendimiz ile Hz. Ebû Bekir hicret için yola çıktıktan sonra, müşrikler
arzularını yerine getirmek için, Peygamberimizin hâne-i saadetlerine
uğramışlardı. Fakat, Peygamberimizi evde bulamayınca, şaşkına döndüler. Derhal
her tarafı aramaya başladılar. Ancak Mekke’de olmadığını anlayınca, dışarıda
aramaya karar verdiler. Bunun için herşeylerini ortaya koydular.
Peygamber
efendimizle, Hz. Ebû Bekir’i öldürene veya esir edene çok miktarda mal, para
vereceklerini vâdettiler. Miktarını da 100 deve olarak bildirdiler.
Bu
haber, Sürâka bin Mâlik’in bağlı olduğu Müdlicoğulları arasında da yayıldı.
Sürâka bin Mâlik iyi iz takibi yapan birisiydi. Bu yüzden bu haberle yakından
ilgilendi.
Bir
salı günü Sürâka bin Mâlik’in oturduğu bölge olan Kudeyd’de, Müdlicoğulları
toplantıda bulunuyorlardı. Bu toplantıya Sürâka bin Mâlik de katılmıştı. O
sırada Kureyş’in adamlarından biri gelip, Sürâka’ya dedi ki:
-
Ey Sürâka! Vallahi ben az önce, sâhile doğru giden üç kişilik bir yolcu kâfilesi
gördüm. Onlar herhalde Muhammed ile arkadaşıdır.
Sürâka,
durumu anladı. Ancak, ortada çok fazla miktarda mükâfat vardı. Bunu kendisi elde
etmek istiyordu. Onun için başkasının bundan haberdar olmasını istemiyordu. Bu
yüzden, ortada önemli bir şey yokmuş gibi konuştu:
-
Hayır, o senin gördüğün kimseler, filân kişilerdir. Biraz önce geçmişlerdi.
Onları biz de gördük.
Fal
oklarına baktı
Sürâka
bin Mâlik biraz daha orada kaldı. Dikkat çekmeden evine geldi. Hizmetçisine,
atını ve silâhını alıp vâdinin arkasında kendisini beklemesini söyledi. Kendisi
de kargısını almış, ucunun parlaklığının, başkalarının dikkatlerini çekmesini
önlemek için de, kargının ucunu aşağıya çevirmişti.
Müşriklerin
bâtıl bir âdetleri vardı. Bir işi yapmadan evvel, oklarla fala bakarlardı.
Sürâka da yanına aldığı çantadan fal oklarını çıkardı. Peygamber efendimiz ile
arkadaşına zarar verip veremeyeceğini, fal oklarından anlayacaktı.
Sürâka
oklarla fala baktığında, oklar, Hz. Muhammed ve arkadaşına zarar veremeyeceğini
gösteriyordu. Sürâka’nın buna çok canı sıkıldı. Fakat bütün düşüncesi vadedilen
yüz deveyi almaktı.
Yüz
deveyi almak askıyla yanan Sürâka, başka bir şeye aldırmadan atına bindi.
Falının ters göstermesi bile, onu bu takibinden vazgeçiremedi. Atını koşturmaya
başladı. Fakat Sürâka’nın atı tökezlenerek yere düştü ve kendisi de yuvarlandı.
Acaba yanlış mı fala baktığını öğrenmek için, tekrar birkaç defa daha aynı işi
yaptı.
Netice
hep aynı çıkıyordu. Muhammed ve arkadaşına zarar veremeyecekti. Buna rağmen,
yine yoluna devamda ısrar etti. Aldığı bir haber üzerine Resûlullahın ve Hz. Ebû
Bekir’in izlerini yine buldu.
Telâşa
kapıldı
Nihayet
Sürâka yaklaşmıştı. Artık onları iyice görebiliyordu. Hatta, o sırada
Resûlullahın okuduğu Kur’an-ı kerimi dahî isitiyordu. Fakat Resûl-i ekrem
efendimiz arkalarına hiç bakmıyorlardı.
Hz.
Ebû Bekir arkasına bakınca, Sürâka’yi görüp, telâşa kapılmıştı. Peygamber
efendimiz ona, mağaradaki gibi buyurdu ki:
-
Üzülme, Allahü teâlâ bizimle beraberdir!
Sürâka
yanlarına iyice yaklaşınca, Hz. Ebû Bekir, ağlamaya başladı. Peygamber
Efendimiz, ona niçin ağladığını sordu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle cevap
verdi:
-
Vallahi kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelirse diye
ağlıyorum.
Sürâka,
Peygamber efendimize saldırabilecek kadar yaklaşmıştı ki, seslendi:
-
Yâ Muhammed! Seni, bugün benden kim koruyacak?
Resûl-i
Ekrem efendimiz de buyurdu ki:
-
Beni Cebbâr ve Kahhâr olan Allahü teâlâ korur.
O
sırada Sürâka’nın atının iki ön ayakları, dizlerine kadar yere battı. Bundan
kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı.
Atını bu durumdan bir türlü kurtaramadı. Başka yapacağı hiçbir şey
yoktu.
Bunun
üzerine çâresiz kalan Sürâka, âlemlere rahmet olarak gönderilen şefkat ve
merhamet sahibi Resûlullaha yalvardı:
-
Yâ Muhammed! Bu işin, senin sebebinle olduğunu anladım. Duâ et de kurtulayım.
Bundan sonra sana asla zarar vermem. Senin peşine düşenlere de senden hiç
bahsetmeyeceğim.
Bütün
olgunlukları ve iyi ahlâkı kendisinde toplayan, üstün ahlâk ve yaratılış üzere
olan Peygamber efendimiz, onun bu dileğini kabûl etti ve Allahü teâlâya şöyle
duâ etti:
Onun
atını kurtar!
Yâ
Rabbî! Eğer o sözünde doğru ve samîmî ise, onun atını kurtar.
Allahü
teâlâ bu duâyı kabûl buyurdu. Sürâka bin Mâlik’in atı bir haylı çaba
sarfettikten sonra ayağını çukurdan çıkarabilmişti. Bu sırada atın ayağının
çıktığı yerden, ateş dumanı gibi birşey göğe doğru yükseliyordu. Bu manzarayı
gören Sürâka hayretler içerisinde kaldı.
Resûlullah
efendimiz ile arkadaşları, Sürâka’nın atını kurtarmasını beklediler. Sürâka,
bütün bu olup bitenleri dikkatle düşünüyordu. Anladı ki, Hz. Muhammed bu
hâdiselerde dâima korunuyordu. Bütün bunları gördükten sonra Sürâka dedi ki:
-
Yâ Muhammed, ben Sürâka bin Mâlik’im, benden asla şüpheniz olmasın! Size söz
veriyorum. Bundan sonra beğenmediğiniz hiçbir işi yapmayacağım.
Bunları
söyledikten sonra, Kureyş müşriklerinin, kendilerini yakalayanlara çok mükâfat
vereceklerini ve yapmak istedikleri şeyleri tek tek haber verdi.
Yetişmesine
meydan verme!
Bu
sırada Sürâka, onlara yol azığı ve binek deve vermek istediyse de, Peygamberimiz
kabûl etmedi ve buyurdu ki:
-
Ey Sürâka! Sen İslâm dînini kabûl etmedikçe, ben de senin deveni ve sığırını
arzu etmem, istemem. Sen bizi gördüğünü gizli tut, hiç kimsenin bize yetişmesine
meydan verme yeter.
Allahü
teâlâ dileyince herşey oluyordu. O’na hâlis bir şekilde güvenilip, rızâsı
yolunda yürüyünce, akıllara durgunluk veren hâdiseler meydana geliyordu.
Resûlullahı öldürüp, büyük mükâfatlara kavuşma hırsıyla, kükreyen bir aslan
misâli yola çıkan Sürâka, şimdi munis, uysal, bir çocuk oluvermişti.
Her
şeye kâdir olan Allahü teâlâ, Habîbine zarar vermemesi için Sürâka’nın kalbini
iyiliğe doğru çevirmişti. Elbette Allahü teâlâ, Habîbini yalnız bırakmayacaktı.
Çünkü O, insanlara merhamet için, onların dünyada ve âhirette ebedî saadet ve
mutluluğa kavuşması için gönderdiği Peygamberiydi.
Peygamber
efendimiz, ayrılmadan önce, Hz. Ebû Bekir’e, Sürâka’nın bir isteği olup
olmadığını sormasını emir buyurdular. Hz. Ebû Bekir sorunca, Sürâka dedi ki:
-
Sizinle benim aramda emannâme olacak bir yazı verir misiniz?
Peygamberimiz
emannâmenin verilmesini emretti. Hz. Ebû Bekir, hicrette yanlarında bulunan Âmir
bin Füheyre’ye bu emannâme’yi yazdırıp, Sürâka’ya verdi. O da alıp çantasına
koydu.
Peygamber
olduğunu anlardın
Sürâka
bundan sonra izini takip ederek geri döndü. Karşılaştığı bu durumları yolda
kimseye anlatmadı. Ebû Cehil, onun eli boş döndüğünü görünce, Müslüman olduğunu
zannetti. Söylediği şiirlerle onu kötüleyip herkesin gözünden düşürmeye
çalıştı.
Sürâka
şâir birisiydi. Onun için Ebû Cehil’e şiirle şöyle cevap verdi:
-
Ey Ebû Cehil! Ben Muhammed’e iyice yaklaşmış, saldırmak üzereyken, atımın
ayakları birdenbire yere batıverdi. Sen eğer bu hâli görmüş olsaydın şüphesiz,
Muhammed’in apaçık Peygamber olduğunu anlardın.
Sen
söyle, artık buna kim dayanabilir? Senin yapacağın, Kureyşlileri ona saldırmaya
teşvik değil, bilâkis buna mâni olmandır. Ben inanıyorum ki, Onun dâvet ettiği
İslâmiyet bir gün yerleşip, her tarafa yayılacaktır. Öyle olacak ki, herkes ona
karşı gelmeyi değil, Onunla sulh içerisinde yaşamayı isteyecektir.
Sürâka,
bundan sonraki senelerde, İslâmiyetin hızla ilerlediğine, karşısına çıkan küfür
ve şirk engellerini bir bir aştığına şahit oluyordu. Sürâka anlatır:
“Tâif’ten
Cirâne’ye indiği sırada, Resulullah efendimizle buluştum. Müslümanlar;
Resulullahın önünde, aralıklı olarak; birbirlerinin ardınca, takım takım
gidiyorlardı. Ensardan, otuz-kırk kişilik bir süvari birliğinin arasına girince,
onlar, mızraklarını bana dürtmeye ve, "Sen, ne istiyorsun?" demeye
başladılar. Beni, tanımadılar.
Ben
Sürâka bin Mâlik’im
Ben,
Resulullah efendimizi görünce, tanıdım. Sesimi işiteceği kadar, yanına
yaklaştım. Hicret sırasında, Hz. Ebû Bekir’in, benim için yazmış olduğu
emannâmeyi, iki parmağımın arasında tutarak kaldırdım ve dedim ki:
-
Ya Resulallah! Bu, benim için yazdırdığın yazıdır! Ben, Sürâka bin Mâlik’im.
Resulullah efendimiz buyurdu ki:
-
Bugün, verilen sözde durma ve sözü yerine getirme günüdür. Yanıma, yaklaş!
Hemen,
yanına yaklaştım ve Müslüman oldum. Resulullah efendimize soracağım bir şeyi,
hatırlamaya çalıştımsa da, hatırlayamadım. Onun yerine başka bir meseleyi sual
ettim:
-
Ya Resulallah! Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın etrafını, yitik
develer sararlar. Havuzumdan, onları da sularsam, bana ecir ve sevap var
mı?
Resulullah
efendimiz buyurdu ki:
-
Evet! Her susamış canlıyı sulamakta, ecir ve sevap vardır!
Sonra
Peygamber efendimiz tekrar bana buyurdular ki:
-
Ey Sürâka! Kisrânın bileziklerini kollarında görür gibi
oluyorum.
Ben,
“Krallar kralı Kisrâ bin Hürmüz’ün mü?” diye hayretle sordum. Resulullah
efendimiz buyurdu ki:
-
Evet, Kisrânın!”
Aradan
uzun zaman geçmişti. Hz. Ömer devrinde, ülkesi fethedilen Kisrânın kürk ve
bilezikleri Medine’ye getirilmişti. O sırada Hz. Sürâka bin Mâlik de Medine’de
idi.
Bilezikler
Sürâka'ya verildi
Hz.
Ömer bu gümüş bilezikleri Sürâka bin Mâlik’e verdi.
Sürâka,
bu bilezikleri bileğine takmış çok geniş olduğu için, bilezikler dirseklerine
kadar uzanmıştı.
Sürâka
bu sırada Resul-i ekremin seneler önce buyurduğu mübârek sözü hatırlayıp, bu
mucize karşısında ağladı.
Sürâka’nin
bileğinde bu bilezikleri gören Hz. Ömer de buyurdu ki:
-
Kisrânın iki bileziğinin, Müdlicoğullarından biri olan Sürâka bin Mâlik’in
bileklerine takildığı günü bize gösterdiği için, Allahü teâlâya şükürler
olsun.
Sürâka’nın
künyesi Ebû Süfyân’dır. Doğumu kesin olarak bilinmiyor. 645 senesinde, Hz. Osman
zamanında vefat etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder