Ümmü
Ümare, Uhud gazasına, kocası
Zeyd bin Asım, oğulları Habib ve Abdullah ile birlikte katılarak, secaat ve kahramanlıklar gösterdi. Gazilere su dağıtmak ve
yaralarını sarmak vazifesiyle katıldığı savaşın en şiddetli bir anında, Resulullah efendimize saldıran bir müşriki atından aşağı
düşürüp öldürdü.
Ok,
kılıç ve kalkan kullanarak düşmana saldırırken kendisi de birkaç yerinden
yaralandı. Yaralı hâliyle kocasını ve oğullarını savaşa teşvik etti. Düşman,
Resulullah efendimize hangi istikametten saldırırsa,
hemen kocası ve oğullarıyla oradan müdafaa ederlerdi.
Çarpışmaya
koyuldum
Ümmü
Ümare der ki: “Gündüzün başlangıcında Uhud’a vardım. Halk ne yapıyor bir bakayım dedim. Yanımda
bir kirba ve içinde su vardı. Resulullahın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Eshabı arasında bulunuyordu. Bu zamanda müslümanlar savaş üstünlüğünü devam
ettiriyorlardı.
Müslümanlar
dağılmaya başlayınca, Resulullahın yanına vardım.
Çarpışmaya koyuldum. Kılıçla, okla müşrikleri Resulullahtan uzaklaştırmaya çalıştım. Bu arada da
yaralandım. Resulullahın yanında on kişi kalmamıştı.
Ben, oğullarım ve kocam, Resulullahın önünde
çarpışıyor, müşrikleri ondan uzaklaştırıyorduk.
Bir
ara Resulullah efendimiz, benim yanımda kalkan
bulunmadığını gördü. Yanında kalkan bulunanlardan birisine buyurdu
ki:
-
Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak!
O
kimse kalkanını Resulullaha verdi. Ben de Resulullah efendimizden alıp, onunla korundum.
Bize
ne yaptılarsa, müşrik süvarileri yaptılar. Atlı bir adam gelip, bana vurdu.
Kalkanımla korundum. Ben de onun atının ayaklarına kılıç çaldım. At arkaüstü yıkılınca, Peygamber efendimiz oğlum Abdullah’a
şöyle buyurdu:
-
Ey Ümmü Ümare’nin oğlu!
Annene, annene yardım et!”
Ümmü
Ümare’nin oğlu Abdullah ibni
Zeyd anlatır:
“Uhud günü sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi
upuzun bir adam vurmuştu. Resulullah efendimiz; “Yaranı sar” buyurdu. Anam yanıma
geldi. Yaraları sarmak için yanında bulunan hazır bezlerle yaramı
sardı.
Herkes
katlanabilir mi?
Bu
sırada Resulullah efendimiz bana bakıyordu. Annem,
yaramı sardıktan sonra, bana dedi ki:
-
Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpış!
Resulullah
efendimiz de buyurdular ki:
-
Ey Ümmü Ümare! Senin
katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir
mi?
Beni
yaralayan müşrik o sırada oradan geçiyordu. Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:
-
İşte, oğluna vuran adam!
Annem,
hemen onun önüne geçip, bacağına vurup çökertti. Bunun
üzerine, Resulullahın, mübarek dişleri görünecek kadar
gülümsediğini gördüm. Sonra buyurdu ki:
-
Allaha hamd olsun ki, seni düşmanına muzaffer kılıp,
gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi.”
Peygamber
efendimiz, Uhud savaşında Ümmü Ümare’nin oğlu Abdullah’a
buyurdu ki:
-
Ey Ümmü Ümare’nin
oğlu!
Hz.
Abdullah, “Buyur ya Resulallah” deyince, ona, taş atmasını buyurdu.
Hz.
Abdullah, önünde gitmekte olan atlı müşrike bir taş attı. Taş, atın gözüne
değince, at ürktü ve at da, atlı da yere yıkıldı. Hz. Abdullah taşa tutup, o
müşriki yaraladı.
Su
dağıtıyordu
Ümmü
Ümare, Uhud’da oğlu
yaralanınca, oğlunun yarasını ve diğer sahabilerin
yaralarını sarıyor, susuz olanlara su dağıtıyordu. Daha sonra, eline bir kılıç
alarak çarpışmaya başladı.
İbni
Kamia kâfiri, Resulullahı
öldürmeye yemin etmişti. Resulullahı gördü. Resulullaha hücum edince, Ümmü
Ümare atının önüne geçti. Atını durdurup İbni Kamia’ya saldırdı. O müşrikin
üzerinde zırh olduğu için darbeleri pek tesir etmedi. Zırh olmasaydı, o da
öldürülen diğer müşriklerin yanına gidecekti.
Sonunda
o müşrikin şiddetli bir hücumu ile boynundan ağır yaralandı. Resulullah efendimiz onun için buyurmuştur ki:
-
Uhud günü ne tarafıma baktıysam, hep Ümmü Ümare, hep Ümmü Ümare’yi
gördüm.
Nesibe
Hatun, bu savaşta oniki-onüç
yerinden yaralanmıştı. Bunlardan en ağırı, İbni Kamia’nın, boynunda açtığı yaraydı. Resulullah efendimiz, oğlu Abdullah’a bu yarayı sarmasını
emrettiler. Sonra buyurdular ki:
-
Ev halkınızı Allahü teâlâ
mübarek kılsın. Senin annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır.
Allahü teâlâ sizin ev
halkınıza rahmet etsin!
Bir
sene tedavi gördükten sonra bu yara iyileşti.
Müseylemet-ül Kezzab, yalancı peygamberlik
iddiasıyla ortaya çıkınca, Ümm-i Ümare’nin oğlu Habib, Amman’dan
Medine’ye gelirken esir düştü. Müseyleme, kendisinin
peygamberliğini kabul etmesini istedi. Habib onu
tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehit
edildi.
Ölümünü
göstersin
Bunu
işiten Ümmü Ümare Müseyleme’nin ölümünü göstermesi için Allahü teâlâya duâ etti. Yaşı altmışın üzerinde olmasına
rağmen, oğlu Abdullah’la beraber Yemame savaşına
iştirak etti. Savaşın şiddetli bir anında, müslümanların dağılmaya başlamaları üzerine, kılıcını
çekerek düşmana hücum etti. Oniki yerinden yara aldı.
Müseyleme’yi de yaraladı.
Ümmü
Ümare’nin oğlu Abdullah’ın da bulunduğu, bir grup
müslümanın önünden atla kaçmaya çalışan Müseylemet-ül Kezzab, Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak
öldürüldü.
Ümmü
Ümare bu savaşta kolunun birini kaybetti. İslâm
ordusunun kumandanı Halid bin Velid, kendisiyle yakından alâkadar oldu. Yaralarını
sardırdı. Böylece Müseyleme’nin ölüşünü görmüş
oldu.
Bir
gün Nesibe Hatun, Peygamberimize dedi ki:
-
Ya Resulallah, Allahü teâlâya duâ et de cennette sana komşu olalım.
Peygamber efendimiz de, “Allahım! Bunları, cennette
bana komşu ve arkadaş et” diye duâ etti. Bunun üzerine Ümmü Ümare dedi ki:
-
Bu bana kâfidir. Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin, hiç ehemmiyeti
yok.
Melekler
duâ ederler
Birgün
Resulullah efendimiz Ümmü
Ümare’nin evine teşrif ettiler. Ümmü Ümare de yemek ikram etti.
Resulullah efendimiz "Sen de ye" buyurdular. O da oruçlu
olduğunu arz etti. Bunun üzerine Resulullah efendimiz
buyurdu ki:
-
Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar, melekler
oruçluya duâ ederler.
Hz.
Ebu Bekir de hilafeti zamanında, kendisini evinde
ziyaret eder, hâlini, hatırını sorardı. Hz. Ömer zamanında, bir savaşta elde
edilen ganimetler içinde kıymetli kumaşlar da vardı. Bunların en kıymetlisi olan
altın sırmalı bir elbise, Hz. Ömer’e isabet etti.
Herkes
gelinine veya hanımı Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm’e verecek diye beklerken, Hz. Ömer, “Bu elbiseye
Ümmü Ümare herkesten daha
layıktır” buyurdu ve arkasından ilave etti:
-
Resulullah efendimizin, “Savaşta ne tarafa baktımsa, hep Ümmü Ümare, hep Ümmü Ümare’yi gördüm”
buyurduğunu işittim.
Bunları
söyledikten sonra elbiseyi Ümm-i Ümare’ye gönderdi.
Ümmü
Ümare Uhud’dan başka, Hudeybiye, Hayber Umret-ül kaza, Huneyn ve Yemame gazalarına da
katıldı. Biat-i Rıdvan’da hazır bulunmakla şereflendiler. Oğulları Habib ve Abdullah da, Peygamber efendimizin bütün gazalarına
iştirak ettiler.
Ümmü
Ümare, ensarın Hazrec kabilesinden olup, Medine’nin ileri gelen
ailelerindendir. Mazin bin Neccar’in evladındandır.
Annesi, Rebab binti
Abdullah’tır. Tahminen miladî 573 yılında doğdu. İkinci Akabe biatında bulunarak, zevciyle birlikte müslüman olmakla şereflendi.
Onlardan
da biat aldım
Akabe’de,
kocası Zeyd biat ettikten sonra, Peygamberimize
gelerek dedi ki:
-
Ya Resulallah! Ümmü Ümare ve Ümmü Müney adlı iki kadın da
bizimle birlikte biat için gelmişlerdir.
Bunun
üzerine Resulullah efendimiz, “Hangi şartlarda sizden biat aldımsa,
onlardan da aynı şartlarda biat aldım. Ellerini tutup müsafeha zarureti yoktur" buyurdular ve kadınların elini
tutmadılar.
Ümmü
Ümare’nin ilk kocası ensardan Zeyd bin Asım’dır. Zeyd’den Abdullah ve Habib isminde
iki oğlu vardı. Her iki oğlu da Bedir savaşına katıldı. Diğer gazaların hepsine
birlikte iştirak ettiler.
Hz.
Zeyd’in vefatından sonra Ümmü Ümare, Guzeyye İbni Amr’la evlendi. Bu zattan da oğlu Temim ve kızı Havle
dünyaya geldi. Ümmü Ümare’nin ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Ancak
Medine’de vefat etmiş, Bakî kabristanına defnedilmiştir.
Ümmü
Ümare’den, Abbad ibni Temim, Hâris ibni Abdullah
ibni Kâb, İkrime ve Leyla hadis rivayet etmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder