Ukbe
bin Âmir, Medîne otlaklarında koyun güderdi. Peygamber efendimizin Medîne'ye
hicret ettiğini de dağda haber almıştı. Artık orada duramazdı. Gidecek, o yüce
Peygamberi görecekti. Koyunları oracakta bıraktı, doğruca Medîne'nin yolunu
tuttu. Geldi, Resûlullahı sordu. Misâfir kaldığı evi öğrenir öğrenmez soluğu
huzurunda aldı.
Suffa eshâbından
oldu
Kâinatın Efendisini karşısında görünce çok sevindi,
birden dünyası genişledi, gönlü aydınlandı. Uçacak gibiydi. İçi içine
sığmıyordu. O zamana kadar böyle bir heyecan yaşamamış, bu kadar sevinmemişti.
Rûhundaki değişikliklere kendisi de inanamaz olmuştu. Dedi ki:
- Yâ
Resûlallah! Size bî'at edeceğim.
Resûl-i ekrem efendimiz hakikat
nûrlarından inciler saçtı önüne. Yüce dînin esaslarını öğretti. Ukbe en ufak bir
tereddüt bile göstermedi. Hemen bî'at edip mü'minler arasında yer almakta
gecikmedi. Ukbe artık bir sahâbiydi. Hem de Suffe eshâbının içinde yer alan
seçkin bir Sahâbî.
Ukbe bundan sonra her şeyi terkederek kendisini
tamamen ilme verdi. Peygamberimizin hayat dolu sohbetini artık hiç kaçırmıyordu.
Ondan ilim ve ma'rifet meyveleri derliyordu. Peygamberimiz de Ukbe'nin ilme olan
aşırı arzûsunu bildiği için kendisiyle husûsî olarak
ilgileniyordu.
Birgün Hz. Ukbe'ye hitâben şöyle buyurdu:
-
Kur'ân-ı kerîmde bazı sû'reler vardır. Cenâb-ı Hak o sûrelerin bir benzerini ne
Tevrât'ta, ne İncil'de, ne Zebûr'da ve ne de Kur'ân-ı kerîmde indirmemiştir.
Hiçbir geceni onları okumadan geçirme. Bunlar: İhlâs, Felâk, ve Nâs
sûreleridir.
Bu sözleri kulaklarına küpe edinen Ukbe şöyle
der:
- O günden sonra her gece bu sûreleri okumadan yatmadım. Hep okudum.
Hz. Ukbe bilmediklerini, öğrenmek istediği husûsları Peygamberimizden
sormaktan çekinmezdi. Böylece pek çok şeyi öğrenme imkânını bulmuştu. Birgün
Peygamberimizin yanına yaklaştı, mübârek ellerini tuttu ve şöyle dedi:
-
Yâ Resûlallah, iyilik ve ibâdetin üstün olanlarının hangisi olduğunu söyler
misiniz?
- Hâlini sormayanın hâlini sor. Sana bir şey vermeyene
vermeye bak. Sana haksızlık edeni de affet.
- Ya Resûlallah, kurtuluş
nerededir?
- Diline sahip ol, evin sana dar gelmesin. Sırrını yayma.
Günâhların için ağla.
Sen hüküm
ver
Bunlar zor işlerdi. Nefse ağır gelen hizmetlerdi, fakat
Cennete kavuşturuyordu. Bunun için herşeyden önce böyle nefse zor gelen amelleri
işliyerek Allahü teâlânın rızâsını elde etmek lâzımdı. Hz. Ukbe'nin öğrenme
husûsundaki bu gayreti onun kısa zamanda âlim Sahâbîler arasına girmesine sebep
oldu. Öyle ki, Hz. Ukbe, Peygamberimizin zamanında ictihâd edebilecek seviyeye
geldi. Hattâ bir defasında Peygamberimiz kendisine müracaat eden iki dâvâlı
hakkında hüküm verme işini ona bıraktı. Ukbe:
- Siz daha lâyıksınız yâ
Resûlallah! Anam, babam size fedâ olsun, dedi.
Fakat Resûlullah
efendimiz buyurdu ki:
- Sen hüküm ver!
- Neye göre hüküm
vereyim yâ Resûlallah?
- Kendi ictihâdına göre hüküm ver. Eğer
hükmünde isâbet edersen sana on sevâb verilir. İsâbet etmezsen bir sevâb
kazanırsın.
Hz. Ukbe birgün on iki arkadaşıyla birlikte
Peygamberimizden birşeyler öğrenmek düşüncesiyle yola çıktı. Yanlarında develeri
de vardı. Onları başı boş bırakmak istemediler. Dediler ki:
- İçimizden
birisi develerimizi otlatsa da, kalanımız Resûlullah efendimizle sohbet etsek.
Sonra öğrendiklerimizi ona bildiririz.
Hz. Ukbe gerçi Peygamberimizin
sohbetinde bulunmayı çok arzuluyordu. Fakat develerin yanında birisinin kalması
gerektiğine de inanıyordu. Arkadaşlarını kendi nefsine tercih ederek, "Siz
gidin. Develeri ben otlatırım" dedi. Sonrasını kendisi şöyle
anlatır:
Kim güzelce abdest
alırsa
"Arkadaşlarım gideli bir hayli olmuştu. Kendi kendime
dedim ki:
- Galiba aldandım. Arkadaşlarım Resûlullahtan benim
duymadıklarımı dinliyor, öğrenmediklerimi öğreniyorlar.
Sonra şehre
gittim. Yolda sahâbîlerden bir grupla karşılaştım. İçlerinden biri,
Peygamberimizin, "Kim güzelce abdest alırsa, günâhından temizlenerek
annesinden yeni doğmuş gibi olur" buyurduğunu söyledi. Hayret etim. Benim
hayretimi fark eden Ömer bin Hattâb dedi ki:
- Hele sen ondan önceki
hadîsi dinlemeliydin. Ondaki müjde daha fazla idi.
- Ne olur, onu da sen
söyle!
Bunun üzerine O da, Resûlullahın, "Kim Allaha hiçbir şeyi
ortak koşmadan ölürse, Allah ona Cennet kapılarını açar. O da istediği kapıdan
Cennete girer. Cennetin sekiz kapısı vardır" buyurduğunu söyledi.
Tam
bu sırada Resûlullah efendimiz geldi. Ben de tam karşısında oturdum, dinlemeye
başladım. Fakat benden yüzünü çevirdi. Dedim ki:
- Ey Allahın Resûlü!
Anam babam size fedâ olsun. Niçin benden yüzünüzü çeviriyorsunuz?
Resûl-i
ekrem efendimiz buyurdu ki:
- Sence bir kişinin istifâdesi mi daha
kıymetli, yoksa on iki kişinin mi?
Hatâmı anlamıştım."
Hz.
Ukbe, Peygamber efendimize karşı son derece hürmetkârdı. Öyle ki, Resûlullahın
huzurunda deveye binmeyi hürmetsizlik sayardı. Birgün Peygamberimizle birlikte
bir yere gidiyordu. Peygamberimiz deveye binmişti. Kendisi yaya
idi.
Resûlullah efendimiz onu terkisine almak istedi.
- Ey
Ukbe! Binmiyor musun? buyurdu.
Hz. Ukbe dedi ki:
- Yâ
Resûlallah! Edebsizlik etmekten korkuyorum,
Peygamberimizin ısrar etmesi
üzerine, onun emri edebden üstündür diyerek mahcûb bir hâlde deveye
bindi.
Allahü teâlâ onun ayıbını
örter
Ukbe, mü'min kardeşlerinde gördüğü kusurları,
kabahatleri açığa vurmazdı. Başkalarının kusurlarını araştırmadığı gibi, yanında
başkasının kabahatlerinin anlatılmasından da rahatsız olurdu. Bir defasında
hizmetçisi, komşunun bir hatâsını söyledi. Hz. Ukbe, hizmetçiye kızmadı. Ona
nasîhat etti. Bunun iyi birşey olmadığını anlattı. Sonra da şu hadîs-i şerîfi
rivâyet etti:
"Kim dünyada bir mü'minin ayıbını örterse, Allahü teâlâ
da Kıyâmet günü onun ayıbını örter."
Hz. Ukbe'nin; hadîs, mîrâs
taksimi ve hitâbet gibi sahalarda müstesnâ bir yeri vardı. Kur'ân-ı kerimi güzel
okuyan, sesiyle süsleyen sahâbîlerdendi. Hattâ Hz. Ömer ona Kur'ân-ı kerîm
okutturur ve büyük bir huşû ile dinlerdi.
Hz. Ukbe'nin bir diğer
husûsiyeti de askerlik sanatına olan merakıydı. Fırsat buldukça Peygamber
efendimizin, (Hiçbiriniz ok atışı yapmaktan geri durmasın) ve (Bir ok
sebebiyle Allah üç kişiyi Cennete koyar: Oku hayırlı bir işte kullanmak
maksadıyla yapan ustasını, onu atanı ve atana yardımcı olanı) gibi hadîsleri
hatırlatıyordu. Böylece cihâd rûhunun devamlı uyanık kalmasını, Müslümanların
düşmana karşı tâlim yapmaya ehemmiyet vermelerini istiyordu.
Yolların en hayırlısı
Ukbe, Peygamberimizin
İstanbul'un fethi için verdiği müjdeyi kalbinin derinliğinde bir sır gibi
saklıyordu. Hicretin 52. senesinde Hz. Muaviye'nin İstanbul'un fethi için
hazırladığı orduda vazife aldı. O sıralar Mısır vâlisi olduğu için Mısır'dan
hazırlanan birliğin kumandanlığını yaptı. Hicretin 58. senesinde vefât
etti.
Mısır'da vâli iken Peygamberimizden rivâyet ettiği bir hutbenin
meâli şöyledir:
- Ey insanlar! Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın
kitâbıdır. Yolların en hayırlısı, benim yolumdur. Sözlerin en değerlisi, Allahü
teâlâyı anmaktır. Kıssaların en değerlisi, Kur'ân-ı kerîmdir. Amellerin en
iyisi, farz olan amellerdir. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan
değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır.
Ölümlerin
en şereflisi, şehitlerin ölümüdür. Körlüğün en kötüsü, hidâyete erdikten sonra
sapıklığa düşmektir. İlmin en iyisi, faydalı olandır. Veren el, alan elden
üstündür. Az ve yeterli olan mal, çok olan ve azdıran servetten iyidir.
Pişmanlığın en kötüsü, Kıyâmet günü duyulan pişmanlıktır.
En büyük hatâ,
yalan söylemektir. En hayırlı zenginlik, gönül zenginliğidir. En iyi azık,
takvâdır. Hikmetin başı, Allah korkusudur. Kalbde yer alan şeylerin en iyisi,
hakîkî îmândır. Ölüler için yüksek sesle ağlayıp dövünmek câhiliyye
âdetlerindendir. Devlet malına el uzatmak, Cehennemden ateş közleri çalmaktır.
Altın ve gümüşü biriktirip zekâtını vermemek, insanın, vücudunu Cehennem
ateşiyle dağlamasıdır. İçki kötülüklerin anasıdır. Kazançların en kötüsü
fâizdir. Yiyeceklerin en kötüsü yetimin malıdır. Bahtiyar insan, başkasından
ders alabilendir.
Toprağa
gireceksiniz
Hepiniz nihayet birkaç metrelik toprağa
gireceksiniz. Her iş neticesiyle değerlendirilir. Amellerde geçerli olan, amelin
sonudur. Gelmesi muhakkak olan şey, uzak olsa da yakındır. Mü'mine sövmek
fâsıklıktır. Mü'minin gıybetini etmek Allahü teâlâya karşı gelmektir. Mü'minin
kanına tecâvüz etmek ne kadar harâm ise, malına tecâvüz etmek de o kadar
harâmdır. Kim kötü bir iş yapmak için Allah adına yemin ederse, Allahü teâlâ onu
yalancı çıkarır. Kim sabrederse, Allah sevâbını kat kat verir.
Allahım,
beni ve ümmetimi bağışla! Allahım, beni ve ümmetimi bağışla! Allahtan beni ve
sizi affetmesini dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder