Hz.
Ömer'in hilafeti zamanı idi. İslâm adaleti altında müslümanlar, bir taraftan
altın devirlerini yaşarken, diğer taraftan da İslâm orduları, dört bir cephede
yeni fetihler yapıyor, zaferler kazanıyor ve İslâm topraklarını
genişletiyorlardı.
Zincirlerle
bağlıydılar
Sâd
ibni Ebî Vakkas'ın kumandası altındaki 34 bin kişilik İslâm ordusu, Acem
topraklarına dayanmıştı. Resul-i ekremin duâsının gerçekleşmesine çok az bir
zaman kalmıştı. İran Kisrası Resul-i ekremin mektubunu parçalamış, Resulullah
efendimiz de, “Ya Rabbi, nasıl o benim
mektubumu parçaladıysa, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et” diye duâ
etmişti.
Bu
duâ gerçekleşmiş, İran Kisrası, oğlu tarafından hançer ile öldürülmüş, şimdi
sıra mülkünün parçalanmasına gelmişti.
İran
kisrası Yezd-i Cürd'ün kumandanı Rüstem, İslâm ordusuna karşı hazırlıklarını
tamamlamıştı. İslâm ordusunun 34 bin mevcuduna karşılık, İran ordusunun 80 bin
yedeği yanında 120 bin mevcudu vardı. Bu mevcudun 30 bini, kaçmaması için
zincirlerle birbirine bağlanmıştı.
İslâm
ordusu, dinimizin emrine uyarak, elçiler göndererek, önce düşmanını İslâm dinine
davet ediyordu. Bunun için Rüstem'e de birkaç defa elçi gönderilmişti. Rüstem
her seferinde reddetmişti.
Rüstem'in
yanına giden ikinci elçi de Ribî bin Âmir idi. Rüstem'in yanına vardığında, hiç
görmediği şatafatlı bir manzara ile karşılaştı. Rüstem'in bulunduğu yer, nakışlı
yastıklar, kadifeden halılar, inci ve yakutlar ve daha birçok zinetlerle
süslenmişti. Rüstem, altından yapılmış bir koltukta oturuyor, etrafındaki
insanlar bir köle gibi kendisine hizmet ediyorlardı.
Ribî'nin
ise eski bir kıyafeti, eğri bir kılıcı, yer yer eğilmiş bir kalkanı ve çelimsiz
bir atı vardı. Ancak gördüğü şatafat Ribî bin Âmir'i hiç mi hiç cezbetmemişti.
Bütün bu gördüklerine karşılık, onun da sarsılmaz bir imanı, yıkılmaz bir
şecaati ve cesareti vardı.
Böyle
kabul ederseniz...
Halılarla
örtülü yere varınca, atından indi ve hemen oraya atını bağladı. Silahı, zırhı
üzerinde ve miğferi başında idi. Ona, “Silâhını bırak” dediler. O da şu cevabı
verdi:
-
Beni böyle kabul ederseniz ne âlâ, yoksa döner giderim.
Orada
bulunanlar, bu çelimsiz insandan çıkan cesurane sözler karşısında şaşırıp
kalmışlardı.
Rüstem,
“Bırakın onu” dedi. Ribî ilerledi ve Rüstem'in yanına yaklaştığında, mızrağını
yere sapladı. Yerde ise ipekli yastıklar vardı. Mızrağın keskin ucu, ipek
yastıkları delip geçti. Etrafındakilerin fevkalâde değer verdiği bu süslü
yastıkların, Ribî için hiçbir ehemmiyeti yoktu. Onun tek düşündüğü, elçilik
vazifesini, İslâmın izzetine uygun bir şekilde yerine getirebilmekti. Ribî,
süslü yastıklara aldırmayıp yere oturdu.
İslâm
elçisi Ribî bin Âmir'in, huzurunda mızrağını yere saplamasından sonra, Rüstem
dedi ki:
-
Ne diyorsan, anlat bakalım!
Ölen
için cennet var
Ribî
şöyle cevap verdi:
-
Allahü teâlâ, dilediği kimseleri, kula kulluktan kendisine
kulluğa, dünya sıkıntılarından feraha çıkaralım, bâtıl dinlerinin zulmünden kurtarıp İslâm adaletine ulaştıralım diye, bize bir Peygamber gönderdi. Kim bu dini kabul ederse, bizden olur, biz de döner gideriz. Kim de kabul etmezse, Allahın vâd ettiğine kavuşuncaya kadar onunla savaşırız.
kulluğa, dünya sıkıntılarından feraha çıkaralım, bâtıl dinlerinin zulmünden kurtarıp İslâm adaletine ulaştıralım diye, bize bir Peygamber gönderdi. Kim bu dini kabul ederse, bizden olur, biz de döner gideriz. Kim de kabul etmezse, Allahın vâd ettiğine kavuşuncaya kadar onunla savaşırız.
-
Allahın vâd ettiği nedir?
-
Kâfirlerle savaşırken ölen için cennet, geride kalanlar için ise
zaferdir.
-
Söylediklerini dinledim. Bu mevzuu düşünmemiz için bize mühlet verir
misin?
-
Evet, istediğiniz mühleti veririz.
-
Kaç gün mühlet verirsiniz?
-
Bir veya iki gün ancak mühlet veririz.
Bunun
üzerine Rüstem dedi ki:
-
Hayır. Âlimlerimiz ve reislerimizle mektuplaşmamız için bu vakit az
olur.
Onun
bu cevabı üzerine Ribî dedi ki:
-
Peygamberimiz düşmanla karşılaştığımız zaman, üç günden fazla mühlet vermememizi
emretti. Düşün ve adamlarına sor, bu mühlet içinde şu üç şıktan birini tercih
et: Müslüman olmak, cizye vermek ve harb etmek.
Rüstem
tekrar sordu:
-
Sen onların efendisi misin?
-
Hayır, müslümanlar birbirlerine kuvvet veren tek vücut gibidir.
Rüstem
bunun üzerine adamlarını topladı ve dedi ki:
-
Bu adamın sözlerinden daha kıymetli ve kabule sayan bir söz duydunuz
mu?
Adamları,
Rüstem'in bu sözlerine şiddetli bir şekilde karşılık verdiler:
-
Kendi dinini bırakıp, onun söylediklerine meyletmekten Allah seni muhafaza
etsin! O adamın elbiselerini görmedin mi? Böyle elbiseler giyen adamın
sözlerinde ne olabilir ki?
Yazıklar
olsun size!
Bunun
üzerine Rüstem, adamlarına dedi ki:
-
Yazıklar olsun size! Siz elbiselere mi bakıyorsunuz? İnsanın şahsiyeti
elbiseleri ile değil, akıl, kabiliyet ve konuşması iledir. Bunlar zaten yiyecek
ve elbiseye önem vermiyorlar. Onlara göre önemli olan, akıl ve
kabiliyettir.
Kısa
bir zaman sonra, Ribî gibi elbise giyenlerden müteşekkil 34 bin kişilik İslâm
ordusu, süslü elbiseler ve zinetler içerisinde bulunanların 200 bin kişilik
ordusuna galip gelmiş ve İslâm orduları Medayin'e girerek, Resul-i ekremin
duâsının gerçekleşmesine şahit olmuşlardı.
İslâm
ordusundan, çok az kimse şehit olurken, İran ordusu 120 bin kişi zayiat vermiş,
geri kalanları da yaralı olarak firar etmişlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder