Sevgili
Peygamberimiz sordular:
- Yâ Übeyy! Allahın kitâbında en büyük âyet
hangisidir?
Hz. Übeyy bin Kâ'b cevap verdi:
- Allah ve Resûlü,
daha iyi bilirler.
Efendimiz aynı suâli üç kere tekrarladılar. Üçüncü
kere sorduklarında Hz. Übeyy dedi ki:
- Yâ Resûlallah, Kitâbullahın en
büyük âyeti, Âyet-el Kürsî'dir.
Bu cevap üzerine Peygamber
efendimiz mübârek ellerini onun göğsüne koyarak buyurdular ki:
- İlim
sana mübârek olsun!
Şu dört Müslümandan
öğrensinler
Birgün de Peygamber efendimiz;
-
Kur'ân-ı kerîm öğrenmek isteyenler, şu dört Müslümandan öğrensinler, buyurup
isimlerini söylediler. O dört bilgili zât arasında, Hz. Übeyy de
bulunuyordu.
Hz. Übeyy, Peygamber efendimizle birlikte, bütün gâzâlara
katıldı. Uhud'da okla yaralandı. Sevgili Peygamberimiz kendisine bir tabip
yolladı. O da, yarasını dağladı. Bunun üzerine iyileşti.
Bir ara sevgili
Peygamberimiz onu, zekât toplamaya memûr ettiler. Bütün kabîlelerden,
zekâtlarını topladı, geldi. Sonunda Medîne dışındaki bir Müslüman kalmıştı.
Selâm verip yanına girdi. Ziyâret sebebini öğrenen adamcağız, bütün mallarını
Hz. Übeyy'e göstererek dedi ki:
- Hangisini istiyorsan seç, al!
O da bir tanesini ayırdı. Fakat mal sahibi itiraz etti:
-
Böyle süt vermeyen, ihtiyar bir hayvancağızı; zekât olarak veremem.
Genç
ve semiz bir hayvan gösterip rica etti:
- Lütfen bunu alın!
Onun değeri fazladır
Bu
sefer de, Hz. Übeyy itiraz etti:
- Onun değeri fazladır. Senin zekâtın,
daha az tutar, alamam!
Ama Müslüman, "ille de bunu almalısın!" diye
ısrar ediyordu. O zaman Hz. Übeyy, bir teklifte bulundu:
- Efendimiz çok
yakında bulunuyorlar. İstersen gel, kendileriyle konuş. Râzı olurlarsa,
alırız.
Müslüman kabûl etti. Kendi seçtiği zekât malıyla birlikte,
Resûl-i ekremin huzûruna vardılar.
- Yâ Resûlallah! Sizin elçiniz, sizin
rızânız olmadan, verdiğim zekât malımı almıyor! Lütfen, emir buyurunuz da, kabûl
etsin.
Mes'eleyi öğrenen iki cihân Sultânı buyurdular ki:
-
Übeyy, ödemen hak olan miktarı ayırmış. Ama sen gönül rızâsı ile, fazlasını
vermek istiyorsan; hayır işlemene engel olmayız. Cenâb-ı Hak da sana, sevâbını
verir.
Sonra ikisine de, duâ ettiler.
Hz. Übeyy, Efendimizin
vefâtlarından sonra da; zekât toplama görevine devam etti. O sırada çıkan Yemâme
cenginde, Hâfızların çoğu şehîd oldular. Hz. Ömer, Halîfeye müracaat etti.
Halîfe Hz. Ebû Bekir de, Kur'ân-ı kerîmin mushaf hâline getirilmesi için emir
verdi. Bu önemli iş yerine getirilirken çalışanların başında, gene Hz. Übeyy
bulunuyordu.
Bir türlü
anlaşamadık
Bir gün Hz. Ömer ile Efendimizin amcası Hz. Abbâs,
bir gün ihtilâfa düştüler. Fakat Hz. Übeyy'in hakem olmasında anlaştılar. İkisi
birlikte, onun evine gittiler.
Selâmdan sonra Hz. Abbâs şunları
söyledi:
- Yâ Übeyy! Halîfe, bana ait bir evi istimlâk etmek istiyor. Ben
de, vermek niyetinde değilim. Bir türlü anlaşamadık. Neticede, senin hakem
olmanı kararlaştırdık. Nasıl hükmedersen, ona râzı olacağız.
Hz. Übeyy,
halîfe Hz. Ömer'in yüzüne baktı. O da:
- Evet, öyle! diyerek söylenenleri
tasdîk etti, doğruladı. Sonra da şunları ekledi:
- O'nun evi, Mescid'in
bitişiğindedir. Kendisine, "Burasını gönül rızân ile, devlete sat. Parasını
derhal ödeyelim!" dedim. "Olmaz!" dedi. "Hîbe et, bağışla" dedim. "Olmaz!" dedi.
Bunun üzerine "Öyleyse, istimlâk edeceğim. Sonra da yıkıp, Mescide ilâve
edeceğim. Müslümanlar artık sığmıyorlar, dedim. Onu da kabûl etmedi. "Bu
saydıklarımdan birisini mutlaka yapmalısın!" dedim. Ancak senin hakem olmanda
anlaşabildik.
Hz. Ömer daha sonra, "Şimdi nasıl karar vereceksen, ver
bakalım, deyip sözlerini tamamladı.
Hz. Übeyy, iki tarafı da, dikkatle
dinledikten sonra dedi ki:
- Yâ Emîr-el mü'minîn! Öyle biliyorum ki, sen,
Abdülmuttalib oğlu Abbâs'ı râzı etmezsen; onun evini alamazsın!
Bu hükmü nereden çıkardın
Hz. Ömer
sordu:
- Bu hükmü; Allahın kitâbından mı, yoksa Resûlullahın sünnetinden
mi çıkarıyorsun?
Hz. Übeyy, gâyet sâkin cevap verdi:
- Resûl-i
ekremin Sünnetinden.
- Nasıl?
- Resûlullah efendimizden
işitmiştim. Buyurdu ki:
(Süleymân aleyhisselâm, Kudüs'teki Mescid-i
Aksâ'yı inşâ ettirirken, örülen duvarlar tekrar yıkılıyordu. Zor durumda kalan
Süleymân aleyhisselâma, Cenâb-ı Hak vahy ile bildirdi: "Sen, üzerinde câmi
yaptırdığın arsa sahibini, tam olarak râzı etmedikçe; imkânı yok, o duvarları
tamamlıyamazsın.")
Bunları işiten Hz. Ömer, arsayı istimlâkten
vazgeçti. Çünkü Hz. Abbâs, hiçbir bedelle satmaya yanaşmıyordu. Bu âdil karar ve
halîfenin adâlete saygısı karşısında; Hz. Abbâs da gönül rızâsıyla arsasını,
Müslümanlara armağan (hîbe) etti. Böylelikle Mescîd-i Nebevî
genişletilebildi.
Mescîdde Müslümanlar, halka halka oturmuşlar; Hadîs-i
şerîf dinliyorlardı. Sevgili Peygamberimizden bahsediyorlardı. Irak'tan yeni
gelen bir Müslüman, o halkaları teker teker geçti. Üzerinde sâde bir elbise
bulunan, zayıf bir ihtiyarın yanına yaklaştı. İhtiyar, yolculuktan yeni gelmiş
gibi yorgun görünüyordu. Belki de hastaydı. Fakat;
- Kâ'be'nin Sahibine
yemin ederim ki, diye söze başladı. ve şöyle devam etti:
- Birgün Resûl-i
ekremden işittim. Buyurdu ki:
(Kim dünyada hayır amel işlerse, ona
çok müjdeler vardır. Allahü teâlâ ona âhirette çok ihsânlarda bulunacaktır.
Lâkin kim ki bu dünya için çalışırsa, ona âhiretten hiçbir nasip
yoktur.)
Bu zât
kimdir
Söyliyeceklerini söyleyip bitiren yaşlı hatip, sessizce
kalktı. O gittikten sonra Iraklı oradakilere sordu:
- Bu zât
kimdir?
Cevap verdiler:
- O, Müslümanların büyüğü Übeyy bin Kâ'b
hazretleridir.
Iraklı da kalktı. Hz. Übeyy'i, evine kadar takîb etti.
Kapıya vardıklarında, selâm verdi. İzin istiyerek, eve girdi. Gördü ki evi de,
eşyâsı da kendisi gibi!.. Dünya süsünden, telâşından uzak. Ev sahibi, hiç
tanımadığı bu misâfire sordu:
- Sen kimsin?
- Irak'lı bir
Müslüman!..
- Anlaşıldı! Şimdi, ardı arkası gelmeyen suâller
sorarsın!..
Bunu duyan Iraklı, ellerini semâya kaldırdı:
- Ey
Allahım! Şu hâlimize bak. Bizler sâdece, dînimizi öğrenmek için, bunca masraf
ederiz. Hem kendimizi, hem develerimizi yorarak, uzaklardan geliriz. Sonra da
büyüklerimiz bize, böyle söylerler!
Bunu işiten Hz. Übeyy ağlamaya
başladı. Ve:
- Sevgili kardeşim! Allah sana iyilikler versin. Fakat
sözlerimi yanlış anladın. Ben sâdece, Iraklıların huylarını söylemek istemiştim.
Senden özür diliyorum. Beni affettiğini anlamadıkça, bir daha kimseyle
konuşmayacağım, diye üzüntüsünü açıkça belli etti.
Iraklı zararı yok
gibilerden elini salladı ve hakkını helâl ettiğini bildirdi. O zaman çok sevinen
Hz. Übeyy:
- Allahım! Eğer beni, gelecek Cum'aya kadar sağ bırakırsan;
sevgili Peygamberimizden duyduğum herşeyi Müslümanlara anlatacağım, diye vaadde
bulundu.
Yabancısın
herhalde
Bunun üzerine Iraklı, izin alarak ayrıldı. Gelecek
Cum'ayı sabırsızlıkla beklemeye başladı. Perşembe sabahı sokağa çıktığında,
büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Herkeste bir telâş, bir heyecan
farkediliyordu. Birisine sordu:
- Ne var, ne oluyor?
Adamcağız
hayretle dedi ki:
- Sen yabancısın herhalde!
- Evet, Irak'tan
geldim.
- Sevgili Peygamberimizin Eshâbından, Hâfızların efendisi vefât
eyledi...
- Allah rahmet eylesin! Acaba kimdi?
- Übeyy bin Kâ'b
hazretleri. Sevdiklerine kavuştular.
Birgün Resûlullah efendimiz mübârek
ellerini, Übeyy'in göğsüne koydular ve buyurdular ki:
- Yâ Rabbî!
Burayı şüphe ve tekzibden, yalanlamaktan koru.
Hz. Übeyy buyuruyor
ki:
- O anda bana öyle bir hâl oldu ki gümüş gibi beyaz bir yer gözüme
göründü ve ben de oradan Rabbime sanki nazar ediyorcasına korkudan ter içinde
kaldım.
Tüccar mısın?
Kays
bin Ubâde hazretleri anlatır:
"Ben Resûl-i ekremin Eshâbını görmek için
Medîne'ye geldim. Gördüklerim içinde en çok Übeyy bin Kâ'b'dan hoşlandım. Her
zaman onun yanında olmak isterdim. Hep ön safta namaz kılardı. Ben de ona yakın
yerde bulunurdum.
Birgün namazdan sonra bana buyurdu ki:
- Sen
tüccar mısın?
Ben, "evet" deyince buyurdu ki:
- Tüccarların çoğu
helâk olurlar. Sen onlardan olma. Lâkin ben Müslüman olan tüccarlara çok
acırım."
Übeyy bin Ka'b, Enes bin Ali'ye buyuruyor ki:
- Sizler
iki şeyi yapınız: Birisi hak yoldur ki, O İslâm dînidir. İkincisi de,
Resûlullahın sünneti seniyyesidir. Kim ki bu iki şeye riâyet eder ve onunla
beraber Allahü teâlâyı zikreder, O'nun korkusundan gözlerinden yaş gelirse, o
kimsenin vücuduna ateş temas etmez.
Kim ki İslâm yolunun üzerinde
olsa ve sünneti seniyyede yaşasa, Allahü teâlâyı çok zikretse ve O'ndan çok
korksa bütün günâhları dökülür.
Sonbaharda ağaçların yaprakları
sararıp solduğunda bir rüzgâr vurduğu zaman o gevşemiş bütün yapraklar nasıl
dökülürse, O'nun aşkı ve korkusuyla ağlayıp, bedeni titreyen kimsenin de o
yapraklar gibi günâhları dökülür.
Allahın
kitabı size yeter
Ebû Ali buyuruyor ki,
Bir şahıs
Übeyy bin Ka'b'ın yanına geldi ve:
- Bana nasihat et!
Hz. Übeyy de
ona buyurdular ki:
- Allahü teâlânın kitabını yani Kur'ân-ı kerîmi
kendinize imam yapın; yine Onu kendinize hakem yapın. O size yeter. O'nun
hükmüne razı ol.
Bu kitap öyle bir kitaptır ki, Resûl-i Ekrem bize
bırakmıştır ve sizin üzerinize öyle bir şahittir ki, sizden ve sizden evvel
gelenlerden zikretmiştir. Aranızda olan hükmü de açıklamıştır. Sizlere ve
sizlerden sonrakilere de çok güzel hakemdir.
Übey bin Emir dedi ki,
Bir sohbette Übeyy bin Ka'b bana buyurdular ki:
- Kim ki Allahü
teâlânın rızası için elindekini verirse muhakkak Allahü teâlâ da ondan daha
iyisini ona ihsan eder ve hesapsız şekilde sevap yazar. Kimki bunun aksini
yapar. Allahü teâla elindekini de alır ve ona günâh yazar.
Hz. Übeyy
sahâbenin en âlimlerinden idi. Kur'ân-ı kerîm'den başka Tevrat ve İncil'i de iyi
anlardı. Fakat Hz. Übeyy'in asıl merâkı, Kur'ân-ı kerîm idi. O, Allahın
kitabının, bütün derinliklerini öğrenmek, anlamak istiyordu.
Bizzât ismimi verdi mi?
Yüce kitâbımız
Kur'ân-ı kerîmin en güzel şekilde okunmasında ve toplanmasında büyük hizmetleri
olmuştur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Kur'ân-ı kerîmi en iyi
okuyanınız Übeyy bin Kâ'b'dır.
Birgün Resûlullah kendisine buyurdu
ki:
- Yâ Übeyy, Allahü teâlâ bana, senin üzerine Beyyine sûresini
okumamı emretti.
- Yâ Resûlallah, Rabbim zât-ı âlinize bizzat, benim
ismimi verdi mi?
Resûlullah "Evet" cevabını verince, sevincinden
gözleri yaşarmıştır.
Peygamber efendimiz, kendisine Ebû Münzir künyesini
vermiş, adına ilâveten de Seyyid-ül-Ensâr lâkabını
koymuştur.
Efendimiz hayatta iken, Kur'ân-ı kerîm öğreten ender
Müslümanlar arasındadır. Hadîs, Fıkıh, Tefsîr, hasılı bütün dînî ilimlerde onun
büyük hizmeti mevcuttur.
Bütün hayatını Kur'ân-ı kerîmin hizmetinde
geçiren Hz. Übeyy buyurdu ki:
- Mü'min dört vasfından belli olur. Belâ ve
musîbete mâruz kaldığında sabreder. Ni'met ve ikrâma mazhar olduğunda şükreder,
konuştuğu zaman doğru konuşur. Hükmettiği zaman adâlete riâyet
eder.
Mü'min beş nûr içinde dönüp dolaşır. Cenâb-ı Hakkın, Nûr üzerine
nûr buyurması buna işârettir. Onun sözü nûr, ilmi nûr, girdiği yer nûr, çıktığı
yer nûr ve kıyâmet günü gideceği yer nûrdur.
Hz. Ömer'in emriyle
Müslümanlara, Terâvîh namazını da ilk defa Hz. Übeyy kıldırmıştır. Hz. Übeyy'in
babası: Kâ'b, anası: Süheyle, künyeleri: Ebû Münzir, Ebü't Tufeyl, lâkabları:
Seyyid-ül-kurrâ, Seyyid-ül-Ensâr, Seyyid-ül-Müslimîn'dir. Bu şerefli ve yüksek
lâkaplar, O'nun mevkiini göstermeye yeter. Hazrec'in Neccâr kabîlesine
mensuptur.
Sözüne sâdık kaldı
İslâm Güneşi, Medîne'de yayılmaya başladığı sıralarda,
Müslüman oldu. Sonra Akabe bî'atında, sevgili Peygamberimizin mübârek ellerini
tuttu ve ölünceye kadar verdiği söze sâdık kaldı.
Resûlullah efendimiz
Medîne'ye hicretlerinde O'nu, Saîd bin Zeyd hazretleriyle din kardeşi yaptılar.
Bedir gazâsından Tâif muhasarasına kadar, Efendimizin bütün gazâlarına iştirak
etti. Hepsinde büyük yararlık gösterdi. Dindâr ve itimatlı bir Müslümandı. Bu
yüzden sevgili Peygamberimiz kendisini, Zekât toplamakla vazifelendirdi. Hz. Ebû
Bekir zamanında da aynı vazifeyi yaptı.
Vefât ettiğinde O'nun cenâze
namazını da Halîfe kıldırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder