Osman
bin Maz'ûn temiz bir yaratılışa sahipti. İslâmdan önce de düzenli ve ağırbaşlı
bir yaşayışı vardı. Müslüman olmadan önce hiç içki içmemiş ve;
- Aklı
giderip, benden aşağıdakileri bana güldüren bir şeyi içmem, demiştir.
Böyle bir insanın her türlü kemâli, iyiliği ve güzelliği emreden
İslâmiyeti kabûl etmemesi düşünülemezdi.
Resûlullah efendimiz bir gün
Mekke'de evinin yanında oturuyordu. O sırada Osman bin Maz'ûn oradan geçiyordu.
Resûlullah efendimiz bakıp, tebessüm etti. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz
ona buyurdu ki:
- Biraz oturmaz mısın?
Osman bin Maz'ûn bu
teklifi kabûl etti. Peygamberimizin karşısına oturdu. Resûlullah efendimiz
konuşuyordu. Konuşurken, o sırada mübârek gözlerini göğe dikti. Sanki kendisine
bir şeyler anlatılıyor, o da bunu kavramak istiyor gibi başını sallıyordu. Bu
sırada Resûlullahın Osman bin Maz'ûn ile ilgisi kalmamıştı. Bu hâl bir müddet
devam etti.
Ne yaptığımı gördün
mü?
Peygamberimiz bundan sonra
gözünü, sağ tarafından aşağı doğru ağır ağır indirdi. Bilâhare Osman bin Maz'ûn
bu hâli Peygamber efendimizden sordu. Kendisinde, daha önce böyle bir şeye
rastlamadığını söyledi.
Resûlullah Osman bin Maz'ûn'a sordu:
- Ne yaptığımı gördün mü?
O da gördüklerini olduğu gibi
anlattı. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Sen otururken, bana Allahü
teâlânın elçisi Cebrâil aleyhisselâm geldi.
- Allahü teâlânın elçisi
mi?
- Evet.
- Cebrâil sana ne söyledi?
-
"Muhakkak ki Allahü teâlâ, adâleti, ihsânı ve akrabaya vermeyi emrediyor.
Zinâdan, fenâlıklardan ve insanlara zulüm yapmaktan da nehyediyor (yasak
ediyor.) Size böylece öğüt veriyor ki, benimseyip tutasınız" [Nahl: 90]
âyetini indirdi.
Osman bin Maz'ûn der ki:
- Bu hâdise üzerine
kalbimde îmân yeşerip yerleşti. Resûlullahın sevgisi gönlüme düştü ve Müslüman
oldum.
Habeşistan'a hicret etti
Osman bin Maz'ûn'un İslâma
girişi Resûlullahı çok sevindirdi. Osman bin Maz'ûn Müslüman olduktan sonra
evine gitti. Âilesine de İslâmı anlatıp, onların da İslâm ile şereflenmesine
vesîle oldu. Böylece, ailece Müslüman olma bahtiyarlığına kavuştu.
Osman
bin Maz'ûn Müslüman olunca, müşriklerin çeşitli eziyet ve işkencelerine uğradı.
Bunun üzerine, Peygamberimizin müsaadesi ile Habeşistan'a hicret
etti.
Habeşistan'a hicret eden Müslümanlara, "Kureyşliler Müslüman oldu"
diye yalan bir haber ulaştı. Bunun üzerine, Müslümanlar Habeşistan'dan ayrılıp,
Mekke'ye doğru yola çıktılar. Fakat Mekke'ye yaklaşınca, haberin yalan olduğu
anlaşıldı. Mekke'ye girerlerse, durumlarının iyi olmıyacağını biliyorlardı.
Aralarındaki istişâreden sonra her biri Mekke'de bir dostunun
himâyesinde kalmaya karar verdiler. Böylece Mekke'ye açıktan girme imkânını elde
etmiş oldular. Bu himâyeyi elde edemiyenler de vardı. Bunlar ise, Mekke'ye
girişlerini gizli yapmak zorunda kaldılar.
Osman bin Maz'ûn, Velid bin
Mugîre'nin himâyesine girmişti. Ancak, Müslümanın, bir müşriğin himâyesi altında
olması hazmedilir bir şey değildi. Müşriklerin himâyesine giren bütün
Müslümanlar, bu durumun acısını ve ağırlığını, bütün şiddetiyle rûhlarının
derinliklerinde hissediyorlardı. Îmânları buna aslâ müsaade etmiyordu.
Himâyeyi reddetti
Zaten bütün bu sıkıntılı ve perişan
durumlara onlar sebep olmuşlardı. Geçici bir rahatlık için, onların himâyesine
girmeyi, îmânlarından fedâkârlık sayıyorlardı. Bu yüzden himâye altına
girenlerin hepsi üzgün ve kalbleri kırık idi. Bu üzüntüyü en çok hissedenlerden
biri de Osman bin Maz'ûn idi. Kendi kendine dedi ki:
- Vallahi, benim
arkadaşlarım, Allah yolunda çeşit çeşit eziyet ve sıkıntı çekerken, bir müşriğin
himâyesinde rahat ve emniyet içinde yaşamam, bu belâlardan uzak kalmam, benim
için büyük bir eksikliktir.
Doğruca, Velid bin Mugîre'ye gitti. Ona dedi
ki:
- Ey amcamın oğlu! Beni himâyene aldın. Güzelce de himâye ettin.
Taahhüdünü yerine getirdin. Bu zamana kadar senin himâyende idim. Şimdi senin
himâyenden çıkıp Allahın ve Resûlünün himâyesine giriyorum. Bunun için himâyeni
sana iâde ediyorum.
- Niçim himâyemden çıkmak istiyorsun? Yoksa birisi
sana işkence veya kötülük mü yaptı. Yoksa benim himâyem sana yeterli olmadı
mı?
- Böyle bir şey yoktur. Ancak bir müşriğin himâyesinde olmak biz
Müslümanlara yakışmaz. Üstelik bizim perişan hâllere düşmemize sebep oldunuz.
Ben Allahü teâlânın himâyesinden râzıyım. Bize O'nun garantisi kâfidir.
Bunun üzerine Velid bin Mugîre son olarak şöyle dedi:
- Öyleyse
bu reddi Mescid-i Harâm'da açıktan yap!
Beraberce Mescid-i Harâm'a
gittiler. Velid, orada, Osman bin Maz'ûn'un himâyesini reddettiğini söyledi.
Osman bin Maz'ûn da onun sözünü tasdik ederek şöyle dedi:
- Ben Allahü
teâlâdan başkasının himâyesinde bulunmayı sevmiyorum. Onun için, Velid'in
üzerimdeki himâyesini reddettim.
Bu redde, orada bulunanların hepsi şâhid
oldu. Artık o himâyesizdi. Osman bin Maz'ûn hazretleri îmân ve inancından hiç
tâviz vermemiş, en ağır eziyet ve hakâretler bile onu da'vasından
vazgeçirememişti.
Osman bin Maz'ûn Velid bin Mugîre'nin himâyesinden
çıktıktan sonra, Kureyşlilerin meclisine gitti. Orada meşhur câhiliyye şairi
Lebîd de bulunuyordu. O yazdığı bir kasîdeyi okuyor, herkes onu dinliyordu.
Lebîd, "Şüphesiz Allahü teâlâdan başka herşey bâtıldır" mısraını
okurken, Osman bin Maz'ûn, "Doğru söyledin" dedi. "Her ni'met mutlaka zevâle
(yok olmaya) mahkûmdur, mısraını okurken de, "Yalan söyledin, Cennet ni'metleri
zevâl bulmaz, dâimîdir" demişti.
Kureyşliler Lebîd'e dediler ki:
-
Okuduklarını bize tekrarla!
Lebîd ilk mısraı tekrar okuyunca, Osman bin
Maz'ûn onu tekrar tasdik etti. İkinci mısraı okuyunca tekrar
yalanladı.
Böyle kimseler olmazdı
Bunun üzerine Lebîd
kızgın bir hâlde, Kureyşlilere sitem ederek dedi ki:
- Ey Kureyşliler!
Sizin meclisinizde böyle kimseler olmazdı. Ne oldu size?
Kureyşliler,
Lebîd'i teskin etmeye çalışarak dediler ki:
- Sen ona bakma, o zaten
bizim dînimize, putlarımıza da karşı gelip, başka bir yol tuttu. Daha önce Velid
bin Mugîre'nin himâyesinde idi, bunu da reddetti.
Bu sırada, müşriklerden
Abdullah bin Ümeyye, Osman bin Maz'ûn'un gözüne şiddetli bir yumruk vurup,
gözünü mosmor yaptı. Velid bin Mugîre, yapılanı gördüğü hâlde hiç yardımcı
olmamış, aksine;
- Himâyemi reddetmeseydin böyle olmazdın, demişti.
Osman bin Maz'ûn'un tek suçu var idi. O da Allahü teâlâya îmân etmesi ve
bu îmân istikâmetinde konuşmasıydı. Karşılaştığı bu üzücü durum, Osman bin
Maz'ûn'u durduramamış, içindeki alev alev kabaran îmânla cevap verdi:
-
Vallahi, Allah için, bu sağlam gözüm de, öncekinin âkıbetine uğrasa gam yemem.
Ben, Allahü teâlânın teminatındayım. Rızâ yolunda, gözüme vurulan tokatın ecrini
Allahü teâlâ verecektir. Kimden Allahü teâlâ râzı olursa o bahtiyardır. Bana
sefîh ve yolunu şaşırmış da deseler, ben Muhammed aleyhisselâmın dîni üzereyim.
Bana ne kadar zulmetseler, eziyet etseler de bu yoldan yürüyeceğim.
Bu
samîmî ve içten gelen ifâdeler, Velid'e te'sîr etmişti. Bundan dolayı Velid,
Osman bin Maz'ûn hazretlerine dedi ki:
- Gel, tekrar himâyeme gir.
- Ben Allahü teâlâdan başkasının himâyesine
giremem.
Cezâsını buldu
Osman bin Maz'ûn'un gözüne
müşriklerden Abdullah bin Ümeyye tarafından o yumruk vurulunca, orada bu acıya
içten katılan, sanki kendisine vurulmuş gibi olan bir kişi vardı. O da Hz. Sa'd
bin Ebî Vakkâs idi. Çünkü Müslüman kardeşine atılan bu tokat, ona atılmış
demekti.
Bunu kabûl edemiyen Hz. Sa'd yerinden fırlayıp, o da, o kâfirin
suratına müthiş bir yumruk indirdi. Abdullah bin Ümeyye'nin yüzü gözü kanlar
içerisinde kaldı. Böylece o, lâyık olduğu cezâyı bulmuş oldu.
Osman bin
Maz'ûn hicretin ikinci senesinde Bedir harbi sırasında hastalandı. Tedâvisine
çalışılmış, fakat iyileşememişti. Nihayet hicretten otuz ay sonra ebedî âleme
göçtü. Medîne'de ilk vefât eden muhâcir sahâbî o oldu. Peygamber efendimiz o
kefenlenirken alnından öptü. Sonra;
- Sen de dünyadan bir şey elde
etmedin, dünya da senden etmedi, buyurdu.
Mübârek gözlerinden akan
yaşlar Osman bin Maz'ûn hazretlerinin yanaklarına damladı.
Osman bin
Maz'ûn'un techîz ve tekfîni bitmişti. Bu sırada Ümmül-Alâ; Osman bin Maz'ûn'a
şöyle seslendi:
- Ey Osman! Allahü teâlâ sana ikrâmda bulunmuştur.
Nereden biliyorsun?
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz
ona sordu:
- Allahü teâlânın ona ikrâm ettiğini nereden
biliyorsun?
- Yâ Resûlallah! Osman bin Maz'ûn'a hüsn-i zannım olduğu
için.
- Vallahi Osman için hayır ümit ediyorum. Ancak ben Allahü
teâlânın Peygamberi olduğum hâlde, Allahü teâlâ bildirmedikçe başıma ne
geleceğini bilmem.
Ümmül-Alâ, o günden sonra, bir daha kimse için
böyle sözlere cesâret edemediğini söylemiştir.
Osman bin Maz'ûn'un vefâtı
sırasında Müslümanların henüz bir kabristanı yoktu. Resûlullah Eshâbı için, bir
kabristan arıyordu. Medîne etrafına teşrif buyurdular.
- Bakî' ile
emrolundum, buyurarak orayı kabristan seçtiler. Böylece Hz. Osman bin Maz'ûn ilk
Bakî'ya defnedilen oldu. Osman bin Maz'ûn kabre indirilirken, Resûlullah
efendimiz buyurdu ki:
- O, bizim ne iyi
selefimizdir.
Kabrinin baş tarafına bir taş dikti. Ondan sonra birisi
vefât edince, Resûlullaha, "Nereye defnedelim" diye sorulur, Peygamberimiz de,
"Selefimiz Osman bin Maz'ûn'un yanına" buyururlardı.
Osman bin
Maz'ûn dünyaya hiç rağbet ve tama' etmez, devamlı ibâdetlerle meşgul olurdu.
Peygamber efendimiz, o vefât ettiği zaman;
- Dünyadan üzerine birşey
bürünmeden çıktı, buyurmuştur.
En güzel
örnek
Gecelerini namaz kılmak, göndüzlerini de oruç tutmakla
geçirirdi. Bu husûs Peygamber efendimize haber verildi. Ona buyurdu ki:
- Ben senin için güzel bir örnek değil miyim?
Osman bin
Maz'ûn suâl etti:
- Anam-babam sana fedâ olsun! Bu soruyu niçin
sordunuz?
- Devamlı olarak gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla
geçiriyormuşsun.
- Öyle yapıyorum.
- Gözlerinin, senin
üzerinde hakkı vardır. Bedeninin hakkı var, âilenin hakkı var. Namaz kıl, fakat
aynı zamanda yat ve uyu. Oruç tut, ancak ba'zan da tutma. Ey Osman! Allahü teâlâ
beni ruhbanlıkla değil, tatbiki kolay bir din ile gönderdi.
Böylece
Resûlullah efendimiz Osman bin Maz'ûn'a nâfile ibâdetlerde ve niyâzda mu'tedil
olmasını tavsiye buyurmuşlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder