Abdullah
ibni Mes’ûd buyuruyor ki:
Müşriklerden Velîd adında birinin bir putu
vardı. Safâ tepesinde toplanırlar, bu puta ibâdet ederlerdi. Bir gün Peygamber
efendimiz, onların yanına gitti ve onları îmâna da’vet etti. Kâfir olan bir
cinnî, o putun içine girdi ve sevgili Peygamberimiz için uygun olmayan sözler
sarfetti. Peygamber efendimiz üzüldüler.
Teşrif eder misiniz?
Başka bir gün şahsını görmediği bir kimse,
Peygamber efendimize selâm vererek dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Kâfir olan
bir cinnî sizin için münâsib olmayan şeyler söylemiş. Ben, onu bulup boynunu
kestim. Arzû buyurup, yarın Safâ tepesine teşrif eder misiniz? Siz, yine onları
İslâma da’vet ederseniz, ben de o putun içine girip, sizi medhedici sözler
söylerim.
Peygamber efendimiz, Abdullah ismindeki bu cinnînin arzûsunu
kabûl ettiler. Ertesi günü oraya gittiler ve yine müşrikleri îmâna da’vet
ettiler. Müslüman cinnî, müşriklerin elindeki putun içine girip, sevgili
Peygamberimizi ve İslâmiyeti anlatan güzel sözler ve beyitler söyledi.
Müşrikler, bu sözleri duyunca, başta Ebû Cehil olmak üzere ellerindeki
putu parça parça ettiler. Resûlullaha saldırdılar. Mübârek yüzü kana boyandı.
Onların bu ezâ ve cefâlarına tahammül gösterip, şöyle buyurdular:
-
Ey Kureyşliler! Bana vuruyorsunuz. Ama ben sizin Peygamberinizim.
Peygamber efendimiz, oradan ayrılıp evine geldi. Bir hizmetçi kız,
bu hâdiseyi, başından sonuna kadar görmüştü.
Bu sırada Hz. Hamza, dağda
avlanıyordu. Bir ceylana ok atmak için hazırlandı. Ceylan dile gelerek dedi ki:
- Yâ Hamza! Bana ok atacağına kardeşinin oğlunu öldürmek isteyenlere
ok atsan daha hayırlı olur.
Hz. Hamza bu sözlere hayret ederek
süratle evine hareket etti. Hz. Hamza âdeti üzere, avdan dönünce, tavâf yapmak
için Harem-i şerîfe uğrar, ondan sonra evine giderdi. O gün tavâf yaparken,
hizmetçi kız, yanına gelerek dedi ki:
- Ebû Cehil, kardeşinin oğluna,
şöyle şöyle söyledi.
Hz. Hamza, Peygamber efendimize hakâret edildiğini
işitince, akrabâlık damarları hareket etti. Silahlarını kuşanarak, Kureyş
kâfirlerinin bulunduğu yere geldi.
- Kardeşimin oğluna, kötü söz
söyliyen, kalbini inciten sen misin? diyerek, boynundaki yay ile, Ebû Cehil’in
başını yedi yerinden yardı.
Kötü şeyler söyledim
Orada
bulunan kâfirler Hz. Hamza’ya saldıracak oldular. Bu durumda büyük çarpışma
çıkacaktı. Fakat, Ebû Cehil dedi ki:
- Dokunmayınız, Hamza haklıdır.
Onun kardeşinin oğluna bilerek kötü şeyler söyledim.
Hz. Hamza oradan
ayrıldıktan sonra, Ebû Cehil, etrafındakilere;
- Aman ona ilişmeyiniz!
Bize kızar da Müslüman olur. Bununla Muhammed kuvvetlenir, dedi.
Hz.
Hamza Müslüman olmasın diye, kendi kafasının yarılmasına râzı oldu. Çünkü Hamza,
hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli idi.
Hamza, Peygamber efendimizin
yanına gelip dedi ki:
- Yâ Muhammed, Ebû Cehil’den intikamını aldım. Onu
kana boyadım, üzülme, sevin!
Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ben, böyle şeylere sevinmem.
- Seni sevindirmek,
üzüntüden kurtarmak için, ne istersen yapayım.
Îmân etmenle
sevinirim
O zaman Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ben
ancak senin îmân etmen ile, kıymetli bedenini Cehennem ateşinden kurtarman ile
sevinirim.
Bunun üzerine Hz. Hamza hemen Müslüman oldu.
Hakkında âyet-i kerîme geldi. Abdullah ibni Abbâs’a göre, Kur’ân-ı
kerîmde En’âm sûresi 122. âyet-i kerîmesinde, “Diriltildiği ve nûra
kavuşturulduğu” anlatılan zâtın Hz. Hamza ve aynı âyet-i kerîmede,
“Karanlıklarda bocalayan” şeklinde anlatılanın da Ebû Cehil olduğu
açıklandı.
Hz. Hamza, Kureyşin yanına gidip Müslüman olduğunu ve Allahın
Peygamberini her suretle koruyacağını bildirip şöyle dedi:
“- Kalbimi,
İslâmiyete ve Hakka meylettirmiş olduğu için Allahü teâlâya hamdolsun. Bu din,
kullarının her yaptığını bilen, herkese lutfu ile muâmele eden, kudreti her şeye
galip gelen, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ tarafından gönderilmiştir.
Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman, kalb ve akıl sâhibi olanların gözlerinden
yaşlar akar. Kur’ân-ı kerîm, açık bir lisan ile açıklanmış âyetler hâlinde Hz.
Muhammed’e nâzil olmuştur. Muhammed, içimizde, sözü dinlenir, kendisine boyun
eğilir bir mübârek kimsedir.
Ey müşrikler! Aklınız başınızdan gidip,
gözünüz kararıp da Onun hakkında sert, ağır ve kaba sözler, söylemeyin! Eğer
böyle bir düşünceye kapılırsanız, biz Müslümanların cesedine basıp geçmeden, onu
hiç kimseye vermeyiz!”
Hz. Hamza’nın Müslüman olması ile, Resûlullah
efendimiz çok sevindi. Müslümanlar, pek çok kuvvet buldu. Artık Mekkeliler
Müslümanlara, hiçbir sebep yokken, fenâ muâmele yapamadılar. Bilhassa Hz.
Hamza’nın kılıcının şiddetinden çekindiler.
Endişeye lüzûm
yok
Peygamber efendimiz, Hz. Hamza ve diğer bir kısım Müslümanlar Hz.
Erkam’ın evinde bulunuyorlardı. Bir ara kapı vuruldu. Gelen kimsenin,
silâhlarını kuşanmış şekilde Hz. Ömer olduğu görülünce, ba’zıları endişeye
kapıldı. Hz. Hamza;
- Gelen tek bir kişidir. Bu kadar endişeye lüzûm
yok. Eğer, hayır için geldi ise hoş geldi. Yok eğer şer için geldi ise kendi
kılıcı ile başını keserim, dedi.
Dışarı çıktı ve dedi ki:
- Yâ
Ömer! Sen ne zannedersin? Biz Abdülmuttalib evlâdıyız. Her birimiz Allahü
teâlânın izni ile demiri çiğneyip havaya püskürtürüz. Allah ve Resûlü için can
ve baş fedâ ederiz. Sen Resûlullaha zarar vereceğini zannediyorsan
aldanıyorsun.
Sevgili Peygamberimiz, bu konuşmaları işitti. Kendileri
gelerek, iltifat ile Hz. Ömer’i karşıladı. Hz. Ömer de Müslüman oldu. Bu iki
kahraman sayesinde Müslümanlar kuvvet buldular, ibâdetlerini açıktan yapmaya
başladılar.
Hz. Hamza bir gün, Cebrâil aleyhisselâmı kendi aslî şeklinde
görmeyi arzû ettiğini, Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz de Hz.
Hamza’ya sordular:
- Onu görmeye dayanabilir misin?
-
Evet dayanırım.
- Öyle ise yere otur da bak!
Bayıldı,
arkası üstüne düştü
Hz. Hamza Cebrâil aleyhisselâmı görünce, bayıldı,
arkası üstüne düştü.
Hz. Hamza, Hz. Zeyd bin Hârise, Hz. Ebû Mersed
Kennaz, Hz. Enes ve Hz. Ebû Kerse ile beraber Medîne’ye hicret etti. Peygamber
efendimiz Medîne’ye geldiklerinde, Mekke’li Müslümanları hem kendi aralarında,
hem de Medîneli Müslümanlarla kardeş yaptı. Kendi aralarında da, Hz. Hamza’yı,
Zeyd bin Hârise ile kardeş yapmıştı. Hz. Hamza bu kardeşini çok sever ve
muharebeye çıktığı zaman her şeyini ona emânet ve vasiyet
ederdi.
Peygamber efendimiz, Medîne’ye hicret ettikten sonra, Kureyşli
müşrikler boş durmadılar. Peygamberimizi Medîne’de rahat bırakmıyorlar,
Medînelilerin Onu terketmeleri için etrafındaki Müslümanları tehdit ediyorlardı.
Hattâ, Peygamber efendimizi Medîne’nin dışına çıkarmaları için, Abdullah bin
Übeyy bin Selül ile Evs ve Hazrec kabîlelerinin müşriklerine tehditler
gönderdiler ve Müslümanlara hac yollarını kapadılar.
Bu durumda,
Müslümanların, Suriye ticaret yollarını kesmeleri, müşrikleri ticarî ve iktisâdi
bakımdan zor duruma düşürmeleri ve böylece müşrikleri yola getirmeleri îcâb
ediyordu. Bu sırada bir müşrik kervanının Medîne yakınlarından geçmekte olduğu
işitildi. Sefer hazırlığı yapıldı. Sefere çıkacak birliğin kumandanlığına Hz.
Hamza’yı getiren Peygamberimiz, ona beyaz bir bayrak verdi. Hz. Hamza’ya verilen
bu bayrak İslâm tarihinde Müslümanların kullandığı ilk bayrak idi.
Hz.
Hamza, 30 süvâri ile birlikte hareket etti. Şam’dan Mekke’ye gitmek üzere, 300
süvârinin koruduğu bir müşrik kervanı, Sifr-ül-Bahr denilen yere gelmiş
bulunuyordu. İslâm Mücâhidleri, buraya geldiklerinde, müşriklerin kervanını
koruyan üçyüz süvâri ile karşılaştılar ve savaş düzenine
girdiler.
Doğru bir iş yaptı
Mecdi bin Amr el-Cühenî, iki
tarafın da müttefiki idi. Müslümanların sayıca çok az ve müşriklerin çok fazla
olduklarını ve düşmanların bu ilk çarpışmada yenebileceklerini düşünerek
arabulucuk edip iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi. Sonra Hz. Hamza ve
arkadaşları Medîne’ye geri döndüler. Mecdî’nin bu hareketi Peygamber efendimize
arzedilince çok memnun oldular ve buyurdular ki:
- İyi ve doğru bir
iş yapmıştır.
Hz. Hamza, Ebva, Veddan ve Zül’ uşeyre gazâlarında
Peygamber efendimizin beyaz sancağını taşıdı.
Bedir gazâsında 313
Eshâb-ı kirâm, 1000 müşrikle karşı karşıya geldi. Mekke müşriklerinden Utbe,
Şeybe ve Velîd meydana çıkarak er dilediler. Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ey Hâşimoğulları! Kalkınız, Allahü teâlânın nûrunu söndürmek için
gelenlere karşı, Hak yolunda çarpışınız ki, Allahü teâlâ zaten Peygamberinizi de
bunun için göndermiş bulunuyor. Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali! Kalk yâ Ubeyde bin
Hâris!
Dengimiz iseniz...
Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz.
Ubeyde miğferlerini giydiler. Meydana yürüdüler. Müşrikler dediler ki:
-
Sizler kimlersiniz? Eğer bizim dengimiz iseniz sizinle
çarpışırız.
Eshâb-ı kirâm da; “Ben Hamza’yım! Ben Ali’yim! Ben
Ubeyde’yim!” dediler. Bunun üzerine müşrikler cevap verdiler:
- Sizler
de bizim gibi şerefli kimselersiniz. Sizinle çarpışmayı kabûl
ettik.
Eshâb-ı kirâm, müşrikleri, önce îmâna da’vet ettiler. Onlar kabûl
etmediler. Ondan sonra
Eshâb-ı kirâm, müşriklerin üzerine saldırdılar.
Hz. Hamza ve Hz. Ali, Utbe ve Velîd kâfirlerini, anında öldürdüler. Hz. Ubeyde,
Şeybe’yi yaraladı. Şeybe de Hz. Ubeyde’yi yaraladı.
Hz. Hamza ve Hz. Ali,
Şeybe’yi orada öldürüp, Hz. Ubeyde’yi kucaklayıp Resûlullahın huzûruna
getirdiler.Ebû Cehil, müşrikleri savaşa teşvik etmeye başladı. Her iki taraf
bütün güçleriyle saldırıya geçtiler. Bu savaş her iki tarafın ilk büyük
savaşıydı. Eshâb-ı kirâm, “Allah Allah” diyerek, tekbîr getirerek hücûm
ediyordu. Hz. Hamza, her iki elinde birer kılıç ile çarpışıyordu. Peygamber
efendimiz “Yâ Hayyu! Yâ Kayyûm!” buyurarak Allahü teâlâya yalvarıyordu.
Peygamberimiz, Eshâbını, böyle yiğitçe çarpışıyor gördükçe;
-
Onlar, Allahü teâlânın yeryüzündeki arslanlarıdır, buyurarak onları takdîr
ediyordu.
Allahü teâlâ, Peygamberimize yardım için melekleri de savaşa
gönderdi. Eshâb-ı kirâm daha kılıcını vurmadan müşriklerin kellesi yere
düşüyordu. Müşrikler bozguna uğradılar. Ebû Cehil de öldürüldü. Mekke’ye doğru
kaçmaya başladılar. Hz. Hamza, Bedir’de fevkalâde kahramanlık gösterdi. Bedir
savaşı, Peygamber efendimizin zaferiyle neticelendi. Eshâb-ı kirâmdan 14 kişi
şehîd oldu.
Allahın arslanıyım!
Peygamber efendimiz, Uhud
harbinde; Hz. Hamza’yı en önde zırhsız süvârilerin başında çarpışmakla
vazifelendirdi. Hz. Hamza, iki elinde de kılıç olduğu hâlde;
- Ben
Allahü teâlânın arslanıyım! diyerek, düşmanı önüne katmış, öldüre öldüre
ilerliyordu.
Safvân bin Ümeyye, etrafındakilere, “Hamza nerededir? Bana
gösteriniz!” diyor, savaş meydanını araştırıyordu. Bir ara gözleri, iki kılıç
ile halkı kıyâsıya kesip biçen birini görünce sordu:
- Bu çarpışan kim?
Çevresindekiler dediler ki:
- Aradığınız kimse! Abdülmuttalib
oğlu Hamza!
- Ben bugüne kadar, düşmanını öldürmek için saldıran, onun
gibi hırslı, onun gibi gözüpek bir kimse daha görmedim.
Uhud’da herkes
bütün güçleriyle çarpışırken, bir ara Resûlullah efendimiz ile Hz. Hamza
arasında kimse kalmadı. Hz. Hamza, hiç arkasına bakmıyor, hep ileri doğru hücûm
tazeliyordu.
Savaşın başlamasından o ana kadar tek başına 30 müşriki
öldürmüştü. Bu sırada Siba bin Ümmü Ammâr; “Bana karşı koyabilecek bir yiğit var
mı?” diyerek Hz. Hamza’ya meydan okudu. Hz. Hamza, “Demek sen Allaha ve Resûlüne
meydan okuyorsun, öyle mi?” deyip onu da öldürdü.
Şehit oldu
Hz. Hamza büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra bu savaşta Vahşî
tarafından şehîd edildi.
Vahşî, Mekke’nin fethinden sonra, Tâiflilerle
birlikte Medîne’de mescide gelip, îmân etti, affa kavuştu. Fakat Yemâme tarafına
gitmesi emrolundu. Resûlullaha karşı çok mahcûb olup, başı önünde
yaşadı.
Hz. Hamza şehîd olduğunda oruçlu idi. Hz. Peygamberimiz, kendisi
için, “Seyyid-üş-Şühedâ = şehîdlerin efendisi” buyurdu. Ve cesedini
meleklerin yıkadıklarını haber verdi.
Savaş bitmişti. Şehîdlerin
yanlarına gidildi. Peygamber efendimiz, Hz. Hamza’nın mübârek cesedini görünce,
dayanamadı. Ağladı. Mübârek gözlerinden yaşlar akarak buyurdu ki:
-
Ben, şu şehîdlerin, Allahü teâlânın yolunda canlarını fedâ ettiklerine, Kıyâmet
günü şâhidlik edeceğim. Onları kanlarıyla gömünüz. Vallahi, Kıyâmet günü mahşere
yaraları kanayarak gelecekler. Kanlarının rengi kan rengi, kokuları da misk
kokusu olacaktır.
Daha sonra Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Bana Cebrâil aleyhisselâm gelip Hamza bin Abdülmuttalib’in
göktekiler katında, “Allahın ve Resûlünün arslanıdır” diye yazıldığını haber
verdi.
Hz. Hamza’nın ve diğer şehîdlerin cenâze namazları kılındı.
Hz. Abdullah bin Cahş ile Hz. Hamza’nın cenâzeleri bir kabre kondu. Hz. Hamza,
Hz. Abdullah’ın dayısı idi.
Ve Aleykümselâm
Hz. Hamza orta
boylu idi. Kılıcını çok iyi kullanır pek mükemmel ok atardı. Pehlivanların pîri
idi. Peygamber efendimizin amcası ve aynı zamanda süt kardeşi idi. Peygamberimiz
kabrini ziyârete gider, selâm verirdi. Mezardan, “Ve Aleykümselâm yâ
Resûlallah” diye cevap gelirdi.
Hz. Fâtıma buyurdu ki:
-
Birgün Hz. Hamza’nın kabrini ziyârete gittim. “Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın
amcası” diye selâm verdim. “Ve Aleyküm selâm ve Rahmetullahi ey Resûlullahın
kızı” diye mezardan cevap geldi.
Şeyh Muhammed isminde âlim bir kimse Hz.
Hamza’nın kabrini ziyârete gitti. Selâm verdi. Mezardan, selâmına cevap verildi
ve, “Yâ Şeyh Muhammed, bu sene bir erkek evlâdın olacak, ona benim ismimi
koyunuz” dedi. O âlimin erkek çocuğu oldu ve adını Hamza
koydu.